İslam dininin temeli olan ahlak ve yaşayışın ideali “sırat-ı müstakim” ile ifade edilir. Sırat-ı müstakim, kelime manası olarak orta yol demektir. Orta yoldan ve doğru istikametten kasıt ise esasında Cenab-ı Allah’ın en büyük kanunlarından biri olan adalettir. Nasıl ki bir yerden bir yere giden yolların en kısası en doğrusudur. Aynen öyle de manevi yollarda ve kalbî mesleklerde en doğrusu, en müstakimi, en faydalısı, en rahatı ve selametlisi; en kısa ve en kolay olanıdır. Sırat-ı müstakim işte bu yolu ifade eder.
Yaratılış levhasındaki her mahluk gibi insan da değişime, gelişmeye ve hatta felaketlere mazhardır. Böyle durumdaki insanın bedenine yerleştirilen ruhun yaşayabilmesi için Allah-u Teala üç kuvveti görevlendirmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi olan kuvve-i şeheviye, menfaatleri celb etmeye yarar. İkincisi olan kuvve-i gazabiye, zararlı olan hücum ve şeyleri def etmeye yarar. Bu kuvvetlerin üçüncüsü ise menfaat ve zararı birbirinden ayırt etmeye yarayan kuvve-i akliyedir.
Yüce Allah İslam dininin hükümleriyle bu kuvvetlere had ve sınır tayin etmiş olsa da fıtraten insanoğlunun bu kuvveleri sınırsızdır. Bu sınırsızlık insanoğlunu hayvandan ayıran şey olduğu gibi aynı zamanda dünya hayatında imtihanın kaynağıdır. Bu yüzden bu kuvvetlerin her birisini bizler tefrit, vasat ve ifrat olmak üzere üç mertebeye ayırabiliriz. Vasat, sırat-ı müstakim’e karşılık gelen orta yolu ifade eder. İfrat ve tefrit ise aşırılığın iki ucudur ve dinimiz bizi aşırılıklardan men ederek bu itidalsizlikten korumayı hedeflemiştir. Şimdi bu üç kuvveti bahsi geçen üç mertebeleriyle açıklayacağız.
1. Kuvve-i Şeheviye
Bu kuvvet insanın faydasına olacak şeyleri elde etmesine yarar. Şehvetin aşırı azlığı demek olan “humud” hali ise öyledir ki, insanın hem helale hem de harama şehveti ve iştahı yoktur. Şehvetin aşırı çokluğu demek olan “fücur” ise namusları ve korunması gerekenleri bile ayaklar altına almaya iştahı olmaktır. Kısacası iki ayrı ucu temsil ederler.
Kuvve-i şeheviyenin sırat-ı müstakimdeki karşılığı “iffet”tir yani iki ucun ortasıdır. Şehvetin vasat(orta) mertebesi olan iffet halinde insanın helale şehveti vardır, harama şehveti yoktur.
Kuvve-i şeheviye yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi amelleri de kapsar, yani bu amellerin hepsinde bu üç mertebe mevcuttur.
İnsan bu kuvvesinde istikameti muhafaza edemezse nimetlerdeki zevk ve lezzetten mahrum düşer, bu halin sebep olduğu manevi hastalıkların azabını çeker.
2. Kuvve-i Gazabiye
Bu kuvvet insanın zararına olacak şeylerden korunmasına ve onları def etmesine yardım eder. Kuvve-i gazabiyenin aşırı azlığı demek olan tefrit mertebesi “cebanet”tir, korkulmayacak şeylerden bile korkmayı ifade eder. Böyle insanlara kalk arasında ödlek ya da korkak denir.
Aşırı çokluğu demek olan ifrat mertebesi ise “tehevvür”dür ki ne maddi ne de manevi, hiçbir şeyden korkmamayı ifade eder. Dünyadaki bütün baskılar, zulümler, zorbalıklar bu ifrat mertebesinin sonucudur. Bu duruma ‘aptal cesareti’ de denir.
Kuvve-i gazabiyenin vasat mertebesi ise sırat-ı müstakimin gereği olan “şecaat”tir. Şecaatli insan, dini ve dünyevi hak ve hukuku için canını bile feda edebilir fakat meşru olmayan şeylere karışmaz. İnsan bu kuvvesinde istikameti muhafaza edemezse acil bir ceza olarak daima bir vicdan azabı çeker.
3. Kuvve-i Akliye
Bu kuvvet insanın doğru ile yanlışı, yararlı ile zararlıyı birbirinden ayırmasını sağlar. Aşırılığını ve azlığını sırası ile ifade eden “gabavet” ve “belahet” tabirleri, ahmaklık halini anlatır. Bu haldeki bir aklın hiçbir şeyden haberi olmaz.
Aklın ifrat mertebesi ise “cerbeze”dir; cerbeze öyle tehlikeli bir haldir ki cerbezeli insan hakkı batıl, batılı hak gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya sahip olur. Oysa en büyük hidayet Allah’ın kulundan perdeyi kaldırmasıyla hakkı hak, batılı batıl göstermesidir.
Kuvve-i akliyenin vasat mertebesi “hikmet”tir; hikmetli insan, hakkı hak olarak tanır ve ona uyar, batılı batıl olarak tanıyıp ondan sakınır.
“Kime hikmet verilmişse işte ona pek çok hayır verilmiştir.” (Bakara Suresi, 269. Ayet-i kerîme)
4. Son olarak;
Bir örnek daha verecek olursak itikatta yokluk ve Allah’ı inkar etmek ifrattır, teşbih ve putlaştırma tefrittir, tevhid ise vasattır yani orta yoldur. Tevhid, sırat-ı müstakimin ta kendisidir.
İşte bu sayılan mertebelerden vasat olanları adalettir, ifrat ve tefrit ise zulümdür.
Resul-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yaratılış olarak en itidalli ve sırat-ı müstakimin temsili bir vaziyette en mükemmel bir surette yaratılmıştır. Bu yüzden onun her hareketi, karakteri, huyları, sözleri ve halleri hep itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. O’nun siyeri ve sünneti bizlere kati bir şekilde gösteriyor ki; O her hareketinde ifrat ve tefritten sakınmıştır ve Allah’ın adalet kanuna en yakışan şekilde ölçülü ve emrolunduğu gibi dosdoğru bir şekilde yaşamıştır.
Bize her amelde günah olmadıkça en kolay ve doğrusunu emretmiş, öğretmiş ve birçok kez bizzat göstermiştir. Her amelimizde israftan ve aşırılıktan bizleri men etmiştir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem sözlerinde, yemesinde ve içmesinde dahi her zaman iktisadı rehber edinmiştir ve israftan büyük bir gayretle sakınmıştır.
“Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.”(Kalem Suresi, 4. Ayet-i kerîme)
(İktisad: Her hususta itidal üzere bulunmak, lüzumundan fazla veya noksan harcamadan kaçınmaktır.)
0 Yorum