Bugünkü meselemiz imandan sonraki en ehemmiyetli konu olan Namaz..
“Namaz imandan sonraki en ehemmiyetli konudur, namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.” der Bediüzzaman Said Nursi.
Ey Nefis! Cehl’i mürekkeb içinde tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda bu beş ikazı benden işit..
*Cehl-i mürekkeb ifadesi “hem bilmeme, hem de bilmediğini bilmeme” manasında kullanılır.
Birinci İkaz
“Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedi midir? Hiç kati senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, kendini ebedi ve ölümsüz zannetmendir. Keyif için, ebedi dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faydasız gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, ebedi hayatının saadetine sebep olacak, güzel ve hoş bir hizmete, yani namaza sarf ederdin. Ve bu sarf etmek de, usanmak şöyle dursun, belki ciddi bir arzuyu ve hoş bir zevki tahrike sebep olurdu.” (Sözler; 21. Söz Birinci İkaz)
Demek ki insanın namazdan usanma sebebi sonsuz yaşama düşüncesi. Bu dünyada en fazla 100 yıl yaşayacağız kardeşim sonra gideceğiz. Biz insanlar geleceğimizi düşünen insanlarız, iyi bir iş, ev, araba, iyi bir eş ya sonra emeklilik ee ya sonra tatil matil peki ya sonra orasını düşünmedik.. 50 yıl sonrası belki kesin gelmeyecek ama ölüm kesin gelecek ve gerçek gelecek işte o gelecek kardeşim… Bir insanı yaratıcısından alıkoyan en çok onu seviyorum dediği halde hiçbir buluşmaya gitmeyen, hepsini cevapsız bırakan kardeşim sevdiğinin ispatı nedir, ispatsız sevgi mi olur..?
İkinci İkaz
“Ey lezzete düşkün nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana bunlar usanç veriyor mu? Elbette vermiyor; çünkü ihtiyaç tekrar ettiğinden, usanç değil; belki lezzet alıyorsun. Evet, insan her gün yemek yer, bıkmaz; her gün su içer, bıkmaz; her saniye havayı teneffüs eder, yine bıkmaz. Herhalde bugüne kadar, yemekten, içmekten ve teneffüs etmekten bıkmış birisini görmemişsinizdir. Bunun sebebi, insanın cisminin ve bedeninin bunlara muhtaç olmasıdır. İhtiyaç tekrar ettiği için, usanmak şöyle dursun; insan bunlardan lezzet alır. Acaba sadece maddi bedenin ve cismin mi ihtiyacı vardır? İnsanın kalbinin, ruhunun, aklının ve duygularının hiçbir ihtiyacı yok mudur? Elbette onların da ihtiyacı vardır ve onların ihtiyacı başta namaz olarak ibadet ve duadır. Öyle ise ey nefsim, şu bedenimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası ve ruhumun ab-ı hayatı ve Rabbanî duygumun hoş ve latif havası olan namazın dahi seni usandırmaması gerekir. Evet, insanın kalbi ki, nihayetsiz üzüntülere ve elemlere maruz; nihayetsiz lezzetlere ve emellere düşkün olup, şu âlemi kuşatabilecek bir muhabbet ile doludur. Elbette böyle bir kalbin gıdası ve kuvveti, her şeye gücü yeten bir Rahim-i Kerim’in kapısını namaz ve dua ile çalmakla elde edilebilir. Ey nefsim! Şimdi söyle: Allah’tan başka kim var ki, böyle bir kalbi tatmin edebilsin, onu teskin edebilsin ve kalp ona bağlansın da elemlerden kurtulup, emellerine nail olabilsin? Hem insanın ruhu ki, şu fani dünyadan, ayrılık feryadını kopararak hızlı bir şekilde ayrılıyor. Ayrıca insan tüm varlıklarla da alakadardır. Elbette böyle bir ruhun ab-ı hayatı, her şeye bedel olan Baki bir sevgilinin rahmet çeşmesine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir. Ey nefsim! Şimdi söyle: Ruhun, ayrılıktan ve firaktan gelen bu feryadını Allah’tan başka kim dindirebilir? Kim ona bir sığınak ve kurtarıcı olabilir? Kim ona bir teselli verip, onu teskin edebilir? Allah’tan başkası var mıdır?.. Hem öyle bir Rabbanî duygu ki, yaratılışı itibariyle sadece ebediyeti ister ve ebed için yaratılmıştır ve ezeli ve ebedi bir zatın aynasıdır. Elbette böyle bir Rabbanî duygu, şu üzüntülü, ezici ve sıkıntılı; geçici ve boğucu olan dünya halleri içinde, teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.” (Sözler; 21. Söz İkinci İkaz)
Üçüncü İkaz
“Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibadet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini bugün düşünüp muztarip olmak; hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır? Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenaha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta düşmanın askeri yokken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, ‘Ateş et’ emrini verir, merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târümâr eder. Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalb olmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, keramete iltihak; ve meşakkati, sevaba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler; şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir. Madem hakikat böyledir. Âkıl isen, ibadet cihetinde yalnız bugünü düşün. Ve ‘Onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum’ de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılâb eder. İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu Üçüncü İkazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut, merdâne ‘Yâ Sabûr’ de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir; ve o kuvvetle dayan.” (Sözler; 21. Söz Üçüncü İkaz)
Ya sabır deyip yola çıkmalı ve sabır kuvvetimizi yerinde kullanmayı kendimize oturtmalıyız ki musibet ve meşakkat zamanları takatsiz kalıp neden ben, eyvah, öff demelere başlamayalım. Çünkü şikayet etmek için önce hakkın zayi olması gerekir. Senin hakkın zayi olmamış ki şikayet edesin. Aaa olur mu ben çok sıkıntı çektim dara düştüm dünya üzerime yıkıldı o oldu bu oldu diye şekva eden nefsine söyle: “Senin hakkın zayi olmadı ki, zayi olması için önce hakkın olması gerekir hakkın olmasa şekva edemezsin.. Örneğin ben senin telefonunu kırsam zayi olur çünkü bu benim malım dersin hakkım var dersin ama Allah’ın verdiği; gelirken yanında getirmediğin giderken de gitmelerine mani olamadığın için hiçbir şeye benim diyemezsin, benim diyemeyeceğin için hak talep edemezsin, hak talep edemeyeceğin şeyden de şekva edemezsin.. Hâşâ! Mülk Onundur; mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Hem acaba, san’atkâr bir zât, bir ücret mukàbilinde seni bir model yapıp, gayet san’atkârâne yaptığı murassâ bir libası sana giydiriyor; hünerini, maharetini göstermek için kısaltıyor, uzaltıyor, biçiyor, kesiyor, seni oturtuyor, kaldırıyor. Sen ona diyebilir misin ki, ‘Beni güzelleştiren elbiseyi çirkinleştirdin; bana oturtup kaldırmakla zahmet verdin?’ Elbette diyemezsin. Dersen divanelik edersin.”
Dördüncü İkaz
“Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya; ve herhalde mahkemen olan mahşerde sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burâk olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye va’d etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü’l-va’d edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü’l-va’d hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va’d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu va’dinde itham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?” (Sözler; 21. Söz Dördüncü İkaz)
İnsanın bazı şeyleri lisan-ı kal (dil) ile söylemesi gerekmez. Lisan-ı hâl ile de hissettiklerini anlatabilir. Mesela siz bir ortamda otururken içeriye sevmediğiniz biri girse siz de yüzünüzü buruşturup sırtınızı ona dönseniz lisan-ı hal ile onu sevmediğinizi söylersiniz. Aynı bunun gibi de bütün buluşmaları kaçıran, gitmeyen, günde beş kere aramaları cevapsız bırakan, yap dediğini yapmayan, yapma dediğini yapan, orada ezan okunurken istifini bozmayan, işini bırakmayan, bilgisayardan telefondan kalkmayan kardeşim sen de lisan-ı hâl ile ‘Hadi oradan, ben seni dinlemiyorum, senin sözüne inanmıyorum, senin cennetine itibar etmiyorum’ diyorsun sümme haşa ve kella.. Üç kuruş için 12 saat çalışıyoruz, patronumuzun her dediğini yapıyoruz, Allah’ın “Er Rezzak” ismini unutup rızkı patrondan sanıyoruz! Sabah kalkıp işe gidiyoruz, gitmezsek patron kızar çünkü, ama sabah namazına kalkmaya üşeniyor hatta yeltenmiyoruz bile! Allah’ın vaadettiği cennet çok mu ufak görünüyor gözünde, neden itibar etmiyorsun, Cemalullahı görmek istemiyor musun yoksa?! Peygamberin (aleyhisselatu vesselam) sana sarılmasını istemez misin Müslüman kardeşim? Benim zaten kalbim temiz diyen kardeşim, Senin kalbin topukları şişene kadar namaz kılan, Allah’ın “Ey Habibim” dediği Hz. Muhammed’den (aleyhisselatu vesselam) daha mı temiz kalbin var!? Daha vakit var yaa kılarız diyen kardeşim daha duymadın mı “Erteleyenler helak oldular.” (Mektubat-ı Rabbani)
Beşinci İkaz
“Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir? Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ ‘Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?’ ve ‘Amerika tavukları ne kadardır?’ gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun! Eğer desen, ‘Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.’ Öyle ise, ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: ‘Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.’ Sen ona ‘Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak’ desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.”
Demek namazı kılmamak, 10 rekatlık bir namazı 3-4 dakikada kılıp çıkmak, Allah’ı vaadinde ittiham etmek manasına gelir. Allah va’d edemedi, ücretini bilemedi manasına gelir ki, Allah’ı haşa ilimsizlikle, haşa cimrilikle ittiham etmek manasına gelir.
En üst kısımda hainin hükmü mürteddir kısmı merdutla değişmesi gerekiyor. Metnin orjinalini yazarsanız daha iyi olur. Rabbim hizmetlerinizi daim eylesin.
Ömer kardeşime katılıyorum, bazı noktalarda metin değiştirilmiş. Orjinalini alıp kelimelerin lugat manasını parantez içinde vermek daha münasiptir kanısındayım. Ama 21. Sözden güzel bir çalışma olmuş, özellikle bu sitede Risale-i Nur dan alıntılar görmek çok güzel, çalışmalarınızın devamını ve Allah’tan bereket ihsan etmesini diliyorum selametle…
Allah hizmetinizi daim eylesin . Metnin orijinalliğini bozmadan yazarsanız daha münasip olur??