Kutsal kitapların çoğunun karşılaştığı bir problem nesiller boyu birden çok yazarının olmasıdır. Eski Ahit yüzyıllarca pek çok kişi tarafından yazılmış 39 kitaptan oluşur. Yeni Ahit ise yaklaşık yarım yüzyıllık bir süreci kapsayan, birçok yazar tarafından yazılmış 27 kitap içerir. İncil’in yazarı ve zaman dilimi hakkındaki şüphe ve belirsizlikler -örneğin kitapların çoğu isimsiz bir şekilde yazılmıştır- insanı onun ilahi bir kelam olduğunu kabul etmekten alıkoyuyor.
Bu, Kur’an’ı etkileyen bir problem değildir. Şüphe yok ki Hz. Muhammed (s.a.v) Kur’an’ı iletmekle sorumlu kişiydi. Bu savı destekleyen birçok tarihi bilgi bulunmaktadır ve Kur’an’ın kendisi de O’na vahyedildiğini tasdik eder. Yine de Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kur’an’ı iletmekle sorumlu olmasına rağmen onun yazarıydı diyebilir miyiz ? Hz. Muhammed’in (s.a.v) Kur’an’ı yazmış olmasının imkansız olduğunu kanıtlayan birçok sebepten sadece 10’unu şu şekilde sıralayabiliriz ;
1)- O (s.a.v) Bir Şair Değildi
Birçok gayrimüslim Kur’an’ın ilk dinleyicilerine yazılı olarak bildirilmediğinden habersiz. Kur’an’ın yazı süreci için zamanı çoğu kez yoktu, çünkü birçok ayet inananlar ve inanmayanlar tarafından Peygamberimize yöneltilen soru ve itirazlara cevap olarak hemen oracıkta indirildi. Dahası Kur’an 23 yıllık bir süre boyunca ağır ağır indirilmesine rağmen herhangi bir değişikliğe maruz kalmadı. Bu durum ise sayısız düzeltmeye uğramış Yeni Ahit için söz konusu değildir. Zira el yazmaları bir katipten diğerine geçmiş ve birbirlerinin hatalarını düzeltmeye karar vermişlerdir. Bu sebeple Kur’an’da herhangi bir hata veya kusur olsaydı, Kur’an’ın hızlıca yayıldığı birçok kabile ve ülkeden hataları toplamak ve düzeltmek oldukça zor olurdu.
Bütün bu engeller karşısında doğal olarak Kur’an’ın tutarsızlık, aykırılık, artık ve yanlış bilgi içermesi beklenirdi. Bu kesinlikle gerçek ötesi. Zira Kur’an tartışmasız Arap dili miyarı, edebi bir başyapıttır. Kur’an’ın her sayfası kelime kelime belagat sanatı ve edebi nüanslarla donatılmıştır.
Hz Muhammed (s.a.v) ne yazabiliyordu ne de okuyabiliyordu. Kur’an’ın kendisi bunu doğrulamaktadır;
“Onlar ki ellerindeki Tevrat’ta ve daha sonra da İncil’de, ismini ve sıfatını yazılı bulacakları elçinin, okuması yazması olmayan habercinin, izinden giderler.” (Araf/157)
Üstelik hayatı boyunca, peygamberlikten önce, Hz. Muhammed (s.a.v) şiir ile ünlenmemiştir. Doğrusu tarihten biliyoruz ki şiirden hoşlanmazdı ve yetenekli bir şair de değildi. Şiiri kelime düzmece olarak tanımladığı örnekler vardır;
Bir defasında Hz. Peygamber’in (s.a) konuşmalarında hiç şiir kullanıp kullanmadığı Hz. Aişe’ye (r.a) sorulmuş, o da, “Rasulullah en çok şiir mısralarından nefret eder, bazan Benî Kays’ın bir şairinin bir şiirini okusa bile, farkında olmadan söz dizimini değiştirirdi. Hz. Ebu Bekir düzeltmede bulununca, “Ben şair değilim, amacım şiir düzmek de değil” derdi.” cevabını vermiştir. (1)
Okuma yazma bilmeyen ve şairlikle ilgili herhangi bir ünü olmayan bir insan nasıl olur da Arap edebiyatının tümünde en önemli eser olan Kur’an’ı yazabilir?
2)- Kur’an Eşsizdir
Belki de Kur’an’ın en büyük mucizesi eşsiz oluşudur. Kur’an’ın yazarı birbirimize yardımcı olsak bile insanoğlu ve cinlerin Kur’an’ın bir benzerini hatta bir kısmını dahi meydana getirmelerinin imkansız olduğunu söylüyor.
“De ki, and olsun eğer insan ve cin şu Kur’an’ın benzerini getirmek üzere bir araya toplansa, birbirlerine destek de olsalar, gene de onun benzerini getiremezler.” (İsra/88)
Dikkat çekici olan ise bu düelloyu üstlenecek olan piyonun Arap alfabelerini oluşturan 28 harf ve sınırlı gramer kuralları olmasıdır. Kur’an’ın Hz. Muhammed’in (s.a.v) aklının bir uydurması olduğunu varsayarsak, onunla eşit veya ondan daha büyük bir edebi yeteneğe sahip olan insanlar bir benzerini kolaylıkla yazabilirlerdi. Birçoğu denemiş ve düelloyu kaybetmişlerdir.
Zamanın Arapları kendilerini ( bugünün tarihçileri ve dilbilimcileri hala böyle tanımlıyor ) Arap dilinin efendileri olarak tanımlıyorlardı. Eğer Kur’an Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından yazılsaydı, neden Arap bilginleri ve dilbilimciler ona rakip olamadılar ? Mesleklerinin zirvesinde olanların – Arap dili ustalığı – kendilerine meydan okuyan Kur’an’a rakip olma başarısızlıkları düşündürücü olmalı. Üstelik birçok Arap sadece Kur’an’ı dinleyerek O’nun peygamber olduğunu kabul etti, çünkü Kur’an’ın Onun yazacağı türden değil de ilahi bir şey olması gerektiğini hemen anladılar.
3)- Kur’an Çelişkiden Uzaktır
23 yıl boyunca parça parça indirilmiş olmasına ve birçok ayetin beklenmedik bir şekilde ortaya atılan soru ve itirazlara cevap olarak indirilmesine rağmen Kur’an çelişkiden uzaktır. Kur’an bize eğer bir insanoğlu tarafından yazılsaydı şu hasletin ortaya çıkmış olacağını söylüyor;
“Onlar bu Kur’an’ı gereği gibi düşünmezler mi ? Ve eğer Allah’tan başkasının katında olsaydı, onun içinde mutlaka pek çok ihtilaf bulurlardı.” (Nisa/82)
Buna zıt olarak İncil, insan tahrifatının açık kanıtı olarak büyük küçük sayısız çelişkilerle doludur.
4)- O (s.a.v) Hatasız Olarak Tasvir Edilmiyor
Septikler, İslamiyet’in sıradan bir çöl tarikatı olduğunu ve vahiy iddialarının tek amacının Arabistan’ı fethetmek olduğunu söyleyerek Hz Muhammed’i (s.a.v) gözünü iktidar hırsı bürümüş bir megaloman olarak düşünürler.
Tarihten tarikatları ve megalomanları araştıran biri, tarikat liderlerinin sergilemeye çalıştıkları belirli özellikleri ve imajları olduğunu bilir. Araştırmalar göstermiştir ki, tarikat liderlerinin tanımlayıcı özelliklerinden biri de lideri kutsamaları beklenen müridlerine karşı yanılmazlık imajı çizmeleridir. Bu imaj, gruplarının kontrolünü muhafaza etmelerinde tarikat liderleri için elzemdir.
Farz edelim ki Hz Muhammed (s.a.v) düzmece bir çöl tarikatından fazlasını temsil etmeyen İslam iddialarıyla Kur’an’ı yazsa idi, bahsi geçen yanılmazlık imajının Kur’an genelinde mevcut olması beklenirdi. Fakat Kur’an’da bulduğumuz şey bunun tam tersidir. İşte sadece bir örnek;
“Peygamber kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Sen nerden bileceksin, belki o arınacaktı. Yahut öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacaktı.” (Abese/1-4)
Yukarıdaki ayetler Peygamberimizin (s.a.v) bazı kabile liderleriyle oturup onları İslam’a davet ettiği bir zamanda vuku bulmuş hadiseyi vurguluyor. Müslüman olan âmâ bir adam Rasulullaha İslam ile ilgili bir takım sorular sormaya gelir. Hz Muhammed (s.a.v) kabilelerinin İslam’a gireceği umuduyla kabile liderlerine İslam’ın mesajını tebliğ etmekle meşgulken onu göz ardı eder. Bunun üzerine âmâ adamı göz ardı ettiği için Onu kınayan vahiy gelir. Niçin düzmece bir tarikat lideri kendi hatalarının üzerinde durarak gücünü ve otoritesini sarssın ?
5)- Kur’an’da İsa ve Diğer Peygamberler Daha Çok Zikrediliyor
Megalomanlar ve tarikatlar konusuna tekrar dönersek, bilinen bir özellikleri de otoriter güç yapısına sahip olmaları ve mensuplarının tutumlarını kontrol etmede totaliter tavır takınmalarıdır. Yine Hz. Muhammed’in (s.a.v) düzmece bir çöl tarikatından fazlasını temsil etmeyen İslam iddialarıyla Kur’an’ın yazarı olduğunu varsayarsak, Kur’an’ın her şeyden önce O’na (s.a.v) odaklanması beklenirdi. Fakat yine Kur’an’da karşılaştığımız şey bunun tam tersidir. Muhammed isminden daha fazla kez diğer liderlerin isimleri (İbrahim, Musa, İsa gibi) zikredilir. Kur’an tüm peygamberlere hürmet etmeyi Müslümanlara emreder.
“De ki; Biz Allah’a inanırız ve bize gönderilene ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve onların soyundan gelenlere, Musa’ya, İsa’ya ve Rableri tarafından görevlendirilen diğer tüm peygamberlere iman ederiz. Onların arasında hiçbir ayrım yapmayız. Biz Allah’a teslim olmuş Müslümanlarız.” (Bakara/136)
Ayrıca Hz. Muhammed’in (s.a.v) aksine diğer peygamberlerin hatalarından hiç bahsedilmemiştir. İşi bir adım daha ileriye götürürsek, Kur’an diğer peygamberleri kendi kutsal kitaplarında sahip olduklarından daha yüksek bir mevkiye yükseltir. Çünkü İncil’de onlara atfedilen kötü özellikleri ve günahları reddeder. Neden düzmece bir tarikat lideri kendinden daha çok diğer liderleri zikretmekle kalmayarak bir de onları övüp yüce mevkilerini peygamber olarak tasvip etsin ?
6)- Kur’an Toplumun Normlarına ve Geleneklerine Karşı Geldi
Hz Muhammed (s.a.v) zamanındaki kabile toplumu başta kadınlar olmak üzere toplumdaki güçsüzlere çok az ilgi gösterir veya göz ardı ederlerdi. Kur’an’ın verdiği düstur 7. yüzyıl Arabistan kadınının itibarını önemli ölçüde geliştirdi. Örneğin istenmeyen kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek bir gelenekti ve bu uygulama Kur’an ile yasaklanmıştır;
“Onlardan birisi bir kız çocuk ile müjdelendiği zaman öfkeli olarak yüzü siyahlaşıp gölgelenir. Müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu zelillikle tutsun mu yoksa onu toprağa mı gömsün ? Verdikleri hüküm ne kötü öyle değil mi ?” (Nahl/58-59)
İslam öncesi devirlerde kadınlara adeta bir köle veya mal mülk gibi davranılırdı. Kendi refahlarını ilgilendiren fikirleri önemsiz sayılır ve evlilik akdinin bir tarafı olarak asla muamele görmezlerdi. Kocalarının mülkü konumundaydılar. Kur’an buna bir son vermiştir;
“Ey iman edenler, kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir.” (Nisa/19)
Kadınlar bir tek amaç için kullanılırlardı; cinsel haz ve sonrasında terkedilirlerdi. Pagan Arapların evlenebilecekleri kadın sayısında sınırları yoktu. Kutsal kitabı, adilane ve dürüstçe davranılması koşuluyla, azami eş sayısını sınırlandıran tek semavi dindir İslam;
“Eğer yetim kızların haklarını kendileri ile evlendiğiniz takdirde gözetemeyeceğinizden korkarsanız size helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın. Ve eğer adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, bir eş seçin…” (Nisa/3)
İslam’dan önce kadınlar bağımsız değildi, mülkiyet hakları yoktu ve miras almalarına izin verilmiyordu. Ve yine Kur’an kadınlara mülkiyetin adil paylaşımını taahhüt etmiştir;
“Ana, baba ve akrabaların miras olarak bıraktıklarında erkeklerin hisseleri, payları vardır. Kadınların da ana, baba ve akrabaların bıraktıklarında hisseleri, payları vardır. Bunlar az veya çok belirlenmiş, meşru kılınmış paylardır.” (Nisa/7)
Bilinmelidir ki İncil’in veraset hükümleri kadınlara hiçbir hak sağlamamaktadır. İncil’de veraset hükümleri 27:8-11’de özetlenmiştir. Bu hükümlere göre bir kız çocuğu sadece erkek varisin bulunmaması koşuluyla miras alabilir. Hatta seküler Batıyla karşılaştırıldığında bile İslam zamanının çok ilerisindeydi. Hatırlayalım ki ekonomik haklar bakımından Avrupa’da 19. yüzyıla kadar kadınların kendi mülkiyetlerini edinme hakkı yoktur. Evlendiklerinde mülkiyetleri ya kocalarına devrediliyor ya da kocalarının izniyle bağışlayabiliyorlardı. Kadına bazı mülkiyet hakları tanıyan belki de ilk ülke olan Britanya’da “Evli Kadının Mülkiyet Yasası” olarak bilinen kanunlar 1860 yılında yürürlüğe girmiştir. 1300 yıldan fazla bir süre önce bu hak İslam hukukunda belirlenmiştir.
Hz Muhammed’in (s.a.v) Arabistan’daki kadınların haklarını ve itibarlarını yükselterek kazanacağı hiçbir şey yoktu. Tam tersine Kur’an’ın bu tutumu güç makamında bulunanları ve mevcut durumun korunmasında menfaati olanları yabancılaştırdı.
7)- Tahrifat Analizlerinin Çokluğu
Farz-ı mahal Hz Muhammed (s.a.v) Arabistan üzerinde mümkün olduğu kadar güç toplama amacı ve vizyonuyla Kur’an’ı yazdı. Peki neden Kur’an birçok tahrifat analizi içermektedir ? Öyle ki onlardan biri dahi Kur’an düşmanları/septikler tarafından kanıtlanabilseydi, bir din olarak İslam büsbütün ortadan kaldırılırdı. İşte bunun birkaç örneği;
“Onlar bu Kur’an’ı gereği gibi düşünmezler mi ? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda mutlaka birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı.” (Nisa/82)
“De ki, bütün insanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı ve destek olsalar, bu Kur’an’ın bir benzerini meydana getirmek için bir araya gelseler, bir benzerini meydana koyamazlar. (İsra/88)
8)- Keşfedilmemiş Bilgiyi Haber Verir
Antik Mısır hiyeroglifleri üzerindeki çalışmalar göstermiştir ki Kur’an’ın bir Mısır terimi olan “Firavun”u kullanımı tarihsel açıdan doğrudur. Ve antik Mısır hiyeroglifleriyle ilgili bilgiler Kur’an’ın vahyolunduğu çağlarda bilinmiyordu.
Eski Mısır hiyeroglifleri Rosetta taşının keşfiyle MS 19. yüzyılda deşifre edilene kadar tamamen unutulmuştu. Dini geçmiş ile ilgili tek bilgi kaynağı tedavüldeki İncil esaslı hikayelerdi. Fakat Hz. Muhammed (s.a.v) İncil’den kopya çekemezdi çünkü İncil Firavun teriminin kullanımıyla ilgili hataya düşmektedir.
Rasulullah (s.a.v) Kur’an’ın yazarı olamaz çünkü onun yazarı tutarlı bir biçimde gaybın bilgisini açıklıyor ki bu insanoğlunun bir özelliği değildir.
9)- Gelecek İle İlgili Kehanetler
Tarih hiçbir zaman kutsal kitaplardan hoşça bahsetmemiştir. İsa’nın İncil’i daha başlangıç aşamasında kaybolmuş ve zamanla yerini isimsiz yazarların çalışmaları almıştır. Fakat Kur’an’ın yazarı onun korunmasıyla ilgili bakın ne buyuruyor:
“Şüphe yok ki Kur’an’ı biz indirdik ve şüphe yok ki, O’nu her türlü bozulmadan biz koruyup muhafaza edeceğiz.” (Hicr/9)
Kur’an’ın bugüne kadar mükemmel bir şekilde korunmuş olmasının hikmetlerinden biri de Kur’an’ın kendi dilidir.
“And olsun ki Kur’an’ı kolaylaştırdık, hakikatin hatırlanması ve tefekkürü için ! Düşünen yok mu ?” (Kamer/17)
Günümüzde Kur’an’ı orijinal Arapçasından ezberleyen en az 10 milyon Müslümanın olduğu tahmin ediliyor. Doğrusu bugün varlığını sürdüren kutsal kitapların her yazılı nüshası bir şekilde tahrif edilseydi, Kur’an yoğun olarak ezberlenmesi sayesinde tekrardan kusursuzca toplanabilecekti.
Eğer Kur’an’ı Hz. Muhammed (s.a.v) yazsaydı bugüne kadar kusursuzca korunacağına kefil olamazdı. Tarih boyunca vahyolmuş diğer tüm kutsal kitapların geçmişi Kur’an’a zıt olarak hasar ve tahrifatın birer örneği olmuşlardır.
10)- Arap Mitlerine ve Batıl İnançlara Ret
Arap toplumunun Peygamberimiz zamanında birçok asılsız batıl inançları vardı. Bunun tek sebebi etrafındaki dünyayı araştıracak teknolojiye sahip olmamaları ve okuma yazma oranının çok düşük olmasaydı. Hicaz bölgesinin merkezinde okur-yazar insanların sayısının 17’yi geçmediği tahmin ediliyor. (2) Tarih Araplara ait çok sayıda batıl inanç ve mite tanıklık etmiş ve Iraklı İslam alimi Seyyid Mahmud Alusi bunların çoğunu derlemiştir. Mesela Araplar ineklerini ve öküzlerini dere kenarına otlatmaya götürürlerdi. Zaman zaman öküzler sudan içerken inekler içmezdi. Bunun üzerine Araplar da öküzlerin boynuzları arasına yerleşmiş kötü ruhların ineklerin su içmesini engellediğini düşünmeye başladılar. İnekleri etkileyen kötü ruhları def etmek için öküzlerin yüzlerine vurdular.
Kur’an böylesi bir batıl inancı reddederek cehaletlerini ifşa eder. Verilen örnek Araplar tarafından tanrı kabul edilip tapınılan güneş ve aydır. Kur’an bu pagan inanışlarını devam ettirmek yerine onları reddeder;
“Gece ve gündüz, Güneş ve Ay, Allah’ın ayetlerindendir. Güneş’e ve Ay’a secde etmeyin. Eğer sadece O’na kul olduysanız, onları yaratan Allah’a secde edin.” (Fussilet/37)
Üstelik Kur’an, modern zamandakiyle çelişmeyen terminoloji ve tanımlar kullanarak evrenden özellikle astronomiden bahseder;
“Öyle bir düzen ki, ne güneşle ay birbiriyle çarpışır, ne de gece ve gündüzün önüne geçebilir. Hepsi uzayda yasalarımız doğrultusunda hareket ederler.” ( Yasin/40)
“Görmez misiniz Allah yedi kat semayı nasıl yarattı ? Ve Ay’ı onların arasında semalarda bir nur kıldı ve Güneş’i de ışık saçan bir lamba kıldı.” (Nuh/15-16)
Ayrıca sahabeleri tarafından kaydedilen ilginç bir olay vardır; Peygamberimizin oğlu İbrahim’in Vefat ettiği gün güneş tutulması vuku buldu. Bundan ötürü insanlar iki olay arasında bir bağ kurdular. Hz. Muhammed (s.a.v) bizzat bu tür inançları kınayarak şöyle demiştir;
“Güneş ile ay hiçbir kimsenin ne ölmesinden ne de hayatından dolayı tutulmamıştır…” (4)
Özellikle atalarının geleneklerine körü körüne bağlı bir kabile toplumundan geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda, Hz. Muhammed’in (s.a.v) halkın hurafelerine karşı çıkmasının hiçbir nedeni olamaz.
SONUÇ
Septikler/muhalifler ayrı ayrı bazı hususların var olmadığını tartışmaya yeltenebilirler. Fakat toplu olarak ele aldığımızda bu argümanlar Kur’an’ın Peygamberimizin bir icadı olmadığına dair güçlü ve ikna edici kanıtlar sunmaktadır.
O halde kimdir yazar ? Bu sorunun cevabı Kur’an’ın kendisinde saklı;
“Arkadaşınız Muhammed ne sapıttı, ne azıttı. Ve ne de kendi arzu ve heveslerine göre konuşmaktadır. O’nun size aktardığı sözler, kendisine indirilen ilahi haberden başka bir şey değildir. Ona bu Kur’an’ı üstün bir güç sahibi öğretmiştir.” (Necm/2-5)
Kaynakça
(1)Taberi Tefsiri; Ayrıca bkz. Abdul-Rezzak Tefsiri 3/86, No:2496
(2)Fütuhu’l Büldan, El-Belazuri, s. 458
(3)Bihar’ul Envar, c.2 s.286-369
(4)Sahih Buhari, c.2, Kitap 18, No:1
Kaynak: ilmfeed.com sitesinden alınarak Suffagâh ekibi tarafından suffagâh.com için Türkçeye çevrilmiştir.
Secde ayet meali okumak,Tilavet secdesi gerektirir diye biliyorum. Ve secde ayeti meali yazilmış metine.secde ayetin mealini okuyan varsa tilavet secdesi yapması lazım gelebilir..
Kadınların islamdan önce miras hakkı yoktuysa hz hatice nasıl zengin bir kadındı ve ticaretle uğraşıyordu. Çok evlilik islamdan önce de vardı. .sonra da devam etti. Din ile Arap kültürü içiçe geçti. O kültürü de tüm dünyaya din adına yaydılar.
,
Hangi dine mensup olduğunuz mühim olmamak ile birlikte lütfen başkalarının dinine zarar vermeyiniz.
Yorumumu yayınlamayacağınızı biliyorum…işinize gelmiyor. Sizi övseydim yayınlardınız . İşte sizin müslümanlığınız.
Kusura bakmayın bilgisayar başında “yorumları hemen yayınlayılım” diye bekleyemiyoruz? Keşke sizde suizanda bulunmak yerine biraz bekleseydiniz.
kuranda sadece sicak colden deveden hurmadan bahseder diger insanlar hayvanlar iklimler vs hic yoktur varsa yoksa araplar,cok basit hikaye kitaplari gibi
1-Kur’an-ı Kerimde evrenin yaratılışı şöyle açıklanır. “ O gökleri ve yeri yoktan var edendir” ( En’am suresi, 101) bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan – tüm evrenin zaman ve mekan boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı- gerçeğini 1400 sene evvel haber vermiştir.
2- Kainatın daima genişlediği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur’an şu ayetiyle işaret etmektedir.
“Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz” ( Zariyat suresi, 47)
3- 20. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur’an
“ Geceyi, gündüzü, güneşi ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” ( Enbiya suresi, 33)
4- Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa kur’an güneşin sabit değil aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyle ki “ Güneş de kendisi için tespit edilen bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdiridir.” ( Yasin suresi, 38)
Biraz okuyup araştırsaydın evrenin genişlediğini Stephen Hawking’den öğrenir sonra da Kuran’da zaten bahsedilmiş bir hakikat olduğunu anlardın. Ama okumazsan anlamazsın tabi.
Kur’anda peygamberin çeşitli sosyolojik, siyasi nedenlerle yaptığı evlilikleri sonlandıran ayet mevcuttur. Bunu kendisi mi yazdı? Takiye mi yaptı?