İnsan başlangıç ve son arasında bu-ara-da seyrettiği, kendiyle başlayıp yine kendiyle bitirdiği hayat yolculuğunda kendi olmak, kendi kalmak, kendi ölmek için ne yapabilir? Kendilik’iyle sımsıkı bağlı bilgiye erişmek, edindiği bilgiyle eylemek onu nereye taşıyabilir. Vahşi kapitalist dünya; duyu, duygu, düşünceden mürekkep insanın hangi zaafları üzerine yükselir? Din,felsefe, bilim ve sanat insan olmaklık’a nerede, ne zaman ve nasıl hizmet eder? Bu eserde tüm bu sorular İhsan Fazlıoğlu’nun kaleminden dökülüyor..
1. Anlamlandırma Yetisi
Bir insanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet anlamlandırma yetisini kaybetmesidir. Kişilerin olduğu gibi kültürlerin, milletlerinde anlamlandırma yetilerini kaybetmeleri söz konusudur. Anlamlandırma yetisini kaybeden milletler bir süre sonra kendilerini imha eder yani birbirlerine düşerler; neticede tarihten silinir giderler.
2. Eleştiri Kültürü
Kişinin mensup olduğu kültürü eleştirmesi ile aşağılaması arasında ciddi bir ayrım yapılmalıdır. Eleştiri mensubiyeti ve aidiyeti güçlendirir, zayıflatmaz; çünkü eleştiriden amaç eleştirilen şeyin daha güçlü hale getirilmesidir, zayıflatılması değil; varoluşunu pekiştirmektir, yok etmek değil.
3. Vicdanların Eğitimi
Vicdanları terbiye etmeden yalnızca idrakleri eğiten milletler, kültürler kendi mensupları tarafından aşağılanmaya hazır olmalıdırlar.
4. Nizam-ı Alem
Selçuklu- Osmanlı çizgisinde seyreden kadim felsefe-bilim anlayışımızda bir siyasi ve içtimai yapı olarak nizam-ı alem, insanın dışında, kendi başına var-olan bir yapı değildir, bilakis beşeridir. Bu yapının kendisine göre kurulduğu temel ilkeler kaynağını, dolayısıyla meşruiyetini belirli kişilerin ya da sınıfların gücünden değil, bizatihi haber-i sadıktan alır. Buna göre dini (teolojik) bağlarını kaybeden bir nizam-ı alem anlayışı, zamanla ahlaki ilkelerini de kaybedeceğinden yeryüzünde nizamı tesis eden değil yok eden bir tavır kazanır; böyle bir tavır saadeti değil şekaveti hakim kılar. Bu çerçevede nizam-ı alemi yalnızca ‘cihan hakimiyeti’ olarak anlamak doğru değildir. Çünkü amaç cihana, eldeki kurallara uygun ‘bilgi’ ve ‘adalet’e dayanan bir düzen kazandırmaktır. İnsan ancak bilgi ve adaletin hakim olduğu (nizam) bir alemde saadeti yakalayacaktır. Çünkü mülk ‘küfr’ üzre haki kalır, ‘zulm’ üzre baki kalmaz; ancak her ikı halde de temelinde bilginin olmadığı, seyrinde bilginin bulunmadığı aleme nizam uğramaz.
5. İlim
İlme / marifete / bilgiye hayatın suyu diyen sufiler / arifler, suyun akıcılığına benzeterek, bilginin ilahi seviyede, Evren’in her yanına aktığına/seyelan ettiğine işaret ettikten sonra beşeri seviyede hayatın suyunun, yani bilginin kaynağının insanın kendinde bulunduğunu; bizatihi insanın benliğinin derinliklerinden kaynaklandığını vurgularlar.Bu nedenle kendini tanımayan, bilmeyen kısaca kendini bilmenin ilmine sahip olmayan kişi, suyun kaynağından habersiz olacağından, suyun hayattaki öteki uzantılarını da gereğince idrak edemeyecek; benlik zindanının kapısını açmak için nefis gardiyanının belindeki anahtarlara gözünü dikip bir ömür bekleyecek,s onunda çürüyüp gidecektir.
6. Toprak ve İnsan
Toprak, üzerinde yaşayan insanların duyu, duygu ve düşüncelerinin işlendiği bir kanaviçe, dantel halini alırsa yurt olur. Anadolu’daki ve Balkanlar’daki Sarı Kız, Sarı Saltuk, Yunus Emre yatırları; Bursa’daki Ulu Cami, İstanbul’daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye, her bir şehirdeki mezarlıklar bu topraklar üzerinde yaşayan insanların işaretleridir. Bu nedenledir ki, işgalciler ilk iş olarak o yeri yurda dönüştüren işaretini bir bir yok ederler.
7. Cehalet
Cehalet kelimesinin kökü olan ‘c-v-l’ dönmek, dolaşmak, amaçsızca ve nereye gideceğini bilmeksizin daireler çizerek endişeyle gezinmek; ilim kelimesinin kökü olan ·i-l-m’ ise nişan, yol işareti, alamet gibi anlamlara sahiptir. Her iki kelimenin anlamı, köklerini çöl ile bedeviler arasındaki günlük ilişkilerde bulur. Bu nedenle, ilim esas itibarıyla çölde yol almak, dolayısıyla hayatta kalmak için takıp edilmesi gereken yol işaretlerine, bir bütün olarak bir hat/çizgi oluşturan alametlere göre yol almak demek iken cehalet, habersiz kalındığında ölümle sonuçlanabilecek, bir hat oluşturan yol işaretlerinin rehberliğinin kaybedilmesi demektir ki, yol işaretlerini kaybetmek, çölde başıboş dönüp durmak, kısır bir döngünün içinde yuvarlanıp yok olmak anlamına gelir.
8. Tarih Nedir?
Tarih, ancak ve ancak geleceğe ilişkin projesi olan milletler için anlamlıdır; sadece övenler için tatmin edici bir nostalji iken sadece sövenler için ise kurtulunması gereken bir yüktür …
9. Hakikat
Kadim kültürümüzde nazar, hakikati bilmek; hayr, bu hakikate göre eylemektir. Hakikatsiz hayr, ilimsiz amele benzer. Hayr, hakikatin siyasetidir. Bir toplumun hakikati yoksa siyaseti; dolayısıyla bir nazarı yoksa manzarası olamaz. “Olsun” ya da “olmalıdır” bir temennidir; kadim geleneğimizde temenni dua hükmündedir; ancak ne yazık ki nazar, dua ile yapılmaz.
10. Din
Din, en genel anlamıyla başlangıç (mebde) ile dönüş (mead) arasında (beyne-huma) yürünülen yol demektir ve bu yolu kateden her insan (bu nedenle insana ara-da-olan denmiştir) hu anlamıyla bir dine/yola sahiptir. Bu yolun müstakim (sırat-ı müstakım: istikameti olan yol olması ya da olmaması kişinin ihtiyarına bağlıdır. Yolu kat eden bir inanan için biricik amaç, yolun Sahib’inın rızasıdır; bunun en temel zemini de beşeri olandan vazgeçmeden insan gibi yaşamaktır. Başka bir söyleyişle yaşamayı sürdürebilmek için zorunlu (zaruriyat), hayatı sürdürebilmek için gerekli (hevaic) ve medeniyeti sürdürebilmek için estetik (tezyinat) ihtiyaçlar arasında doğru, iyi ve güzel bir orta-yol (adalet) bulmaktır.
Kaynaklar
İhsan Fazlıoğlu / Kendini Aramak
0 Yorum