Bismillahirrahmanirrahim. Velhamdulilahi rabbil alemin. Vesselatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Esselamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu kıymetli kardeşler,
Yeni bir seriye bismillah diyoruz inşaAllah. Bu serimizde İslam büyüklerinin hayatlarından kesitler anlatacağız inşaAllah. Salihlerin anıldığı yere rahmet iner. Bu vesileyle Allah kalbimize, üzerimize rahmetini yağdırsın. Çocuklarımız, gençler emperyalistlerin sahte süper kahramanları ile büyüyor. Onlara gerçek İslam kahramanlarını anlatalım bilinçlenelim bilinçlendirelim inşaAllah. Her hafta bulunduğumuz şehirde bir büyüğün kabrini ziyarete gidip Fatiha okuyup hayatını çocuklarımıza anlatsak büyüklerin hallerini düşünsek bu vesileyle rahmete ersek ne güzel. Biz de haddimiz olmayarak böyle bir işe kalkıştık. Dualarınızı bekleriz. Bu Büyüklerimiz Allah hepsinden razı olsun hakkında bilinçlenmek için bir adımdır. Anlattıklarımız okyanustan bir damladır. Sizler de bu bilgilerle kalmayıp okuyun daha iyi araştırın bu yazılarımız buna vesile olsun inşaAllah. İlk yazımızda Hz. Ali kerremallahu veche Efendimiz’in hayatından bahsedeceğiz inşaAllah. Hz. Ali’yi radıyallahu anh sevmek bakımından bizler de aleviyiz. Kendilerini Alevi olarak tanıtan kardeşlerimiz de Hz. Ali radıyallahu Anh Efendimiz’i iyi tanıyıp O’nun radıyallahu anh mübarek hayatına göre hayatlarını yaşamaya çalışmalılar. Sevmek ve yolundan gitmek böyle olur çünkü. Hz. Ali kerremallahu veche haşa içki içmezdi,Cami’nin karşısına cem evi açmazdı. Camiye namaza gelirdi. O’nu radıyallahu anh sevenler de Rasulullah’ın aleyhissalatu vesselam yolundan giden Hz. Ali Efendimiz’i radıyallahu anh takip etmelidir.
1- Hz. Ali’nin Çocukluğu
İki cihan güneşi Efendimiz aleyhissalatu vesselam kendisini küçüklüğünde himaye eden amcası Ebu Talip’in çok çocuğu olmasından dolayı henüz küçük bir çocukken Hz. Ali Efendimiz’i radıyallahu anh yanına alarak bakmayı teklif etmiştir. Bunu üzerine henüz 4-5 yaşlarında bir çocuk olan Hz. Ali radıyallahu anh Efendimiz Sevgili Peygamberimiz’in aleyhissalatu vesselam himayesine girmiştir. Daha Sonra İslam geldiğinde de putlara tapmadan,cahiliye pisliklerine bulaşmadan küçük yaşta ilk müslümanlardan olmuştur. Bu yuzden adı anıldığında kendisine Hz. Ali kerremallahu veche diyoruz. Anlamı Allah vechini (yüz, yön, taraf) mükerrem (şerefli) kılsın anlamında duadır. Neticede Hz. Ali radıyallahu anh daha çocukken Peygamber Efendimiz’in aleyhissalatu vesselam yanında evladı gibi yetişmiştir. Daha Sonra Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem kızı Hazreti Fatımatü’z-Zehra radıyallahu anha ile evlenme şerefine ererek Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem damadı olmuştur.
2- Allah ve Resûlü Onu Sever, O da Allah ve Resûlünü Sever
Hz. Ali radıyallahu anh Efendimiz Tebük savaşı dşında Allah Resulü’nün sallallahu aleyhi ve sellem katıldığı her savaşa katılmıştır. Tebük Savaşı’na katılmaması da yine Peygamber Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem emriyle olmuştur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Seferinde kendi yerine Hz. Ali’yi radıyallahu anh bırakmıştır. Hz. Ali kalmak radıyallahu anh istemediğini Rasulullah Efendimiz’e sallallahu aleyhi ve sellem bildirdiğinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
“Benimle Hz. Musa ve Harun misali olmak istemez misin? Ancak şu var ki, benden sonra peygamber yoktur.”
( Tirmizi, Menakıb, 20; Süyuti, Celaleddin, Tarihu’l Hulefa, Daru’l- Kütübi’l- İlmiyye, Beyrut, 1988, s. 133.)
Hayber’in Fethinde Server-i Kâinat salallahu aleyhi ve sellem buyurdular:
“Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resûlünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir”
(İbn Hişam; Buharî, Sahih, c. 3, s. 51; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 353.)
Mücahitleri bir merak sardı: Acaba, bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her mücahidin gönlünde uyanan samimi arzu ve duygu, Hz. Fahr-i Âlem’in elinden mübarek ve şerefli sancağı alabilmekti! Geceyi bu ümit ve arzu ile ge¬çirdiler. Sabah olunca, merak ve heyecanları daha da arttı. Bu heyecan ve samimi arzusunu sadece Hz. Ömer radıyallahu anh sonradan,
“Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim, hiçbir zaman olmamıştır!” diyerek dile getirmiştir.
(Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872.)
Her bir mücahit, aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvî duygular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Nebiyy-i Ekrem Efendimiz sancağın getirilmesini emretti. Sancak derhal getirildi. Artık bütün dikkatli bakışlar Efendimizin aleyhissalatu vesselam mübarek elinde bulunan sancağın üzerinde, kulaklar ise mübarek ağızlarından çıkacak ve fâtihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti. Bu merak ve heyecan dolu manzara arasından Hz. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ali nerede?” diye sordu.
Artık fatih belli olmuştu.
Gariptir ki o sırada Hz. Ali radıyallahu anh gözlerinden rahatsızdı.
“Yâ Resulullah, onun gözleri ağrıyor” dediler.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buna rağmen, “Olsun! Çağırın, gelsin!” buyurdu.
Haberi alan Hz. Ali radıyallahu anh, derhal huzura çıkıp geldi. Ağrıyan gözleri Fahr-i Kâinat’ın aleyhissalatu vesselam mübarek duasıyla şifa buldu.
(İbn Hişam, Buharî)
Neticede Hayber de İslam devleti hudutlarına girmiş oldu.
3- Hz. Ali'nin Radıyallahu Anh Lakapları
Hz. Ali radıyallahu anh Efendimiz dünyada Cennetle müjdelenen sahabilerdendir rıdvanallahu teala aleyhim ecmain. Kendisinin bir çok lakabı vardır. Mürteza, Esedullahi’l-Gâlib ve Ebu Türab gibi lâkaplarla anılır. Mürteza, Allah’ın razı olduğu kişi manasına kullanılan bir lâkaptır.Ebu Turab toprak babası demektir. Hz. Ali radıyallahu anh, bu künyeyi çok severdi
Bu lakablarını merhum Es’ad Coşan Hocaefendi rahmetullahi aleyh şöyle anlatıyor:
“Bir seferden gelirken bir ağacın altına yatmış, istirahat edecek… Büyük kahraman, yorgun olmuş, toprağa bulaşmış, oradan “toprak babası” anlamında “Ebû Turâb” denilmiş. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 263; Hâkim, III, 151.)
Bir başka rivayet daha var: Fatıma anamızla biraz münakaşaları olmuş, mescide gidip orada yatmış. O zaman mescid halılı değil. Üstü hurma dallarıyla örtülü ama mescidin zemini temiz kum idi. Kumların üstüne yatmış. O sırada Peygamber Efendimiz kızı Fatıma anamızın evine varmış.
“Ali nerede?”
“Babacığım aramızda biraz münakaşa oldu. Evi terketti gitti.” demiş.
Peygamber Efendimiz mescide bakmış, orada başını yere koymuş uyuyor.
“Kalk yâ Ebâ Turâb!” demiş. “Ey toprağa bulanmış kalk!” anlamında.( Buhârî, “Mesâcid”, 25; “Fezâilü’s-sahâbe”, 9; “İ’tisâm”, 40; “Edeb”, 113.)
O kadar hoşuna gitmiş ki şaka yollu iltifat. Ondan sonra Hz. Ali Efendimiz kendisine Ebû Turâb denmesini severmiş. “Toprağın babası” tevazu oluyor, bir de güzel bir hatırayı canlandırıyor.
Bir insanın adı vardır, künyesi vardır, lakabı vardır… Araplar’da adını söylerken baba adını da söylerler: Ali b. Ebî Tâlib, “Ebû Tâlib’in oğlu.” Ebû Tâlib de Peygamber Efendimiz’in amcasıdır. Ona himaye kanatlarını germiş ve korumuş olan amcasıdır.
“Lakapları nedir?”
Bir tanesi “Haydar” hatta “Haydar-ı Kerrâr.” Haydar “Arslan” demektir. Kerrar “tekrar tekrar saldıran” demektir. Düşmandan kaçmıyor, korkmuyor, aslan gibi cesur, tekrar tekrar saldırıyor. Hakikaten öyle olduğundan adı Haydar-ı Kerrâr’dır.
Diğer bir lakabı “Esedullâhi’l-Gâlib”dir. Allah’ın arslanı ama galip olan. Hangi mübarezeye girse yenmiş. Eskiden ordular savaşmak için karşı karşıya geldiklerinde saf bağlarlar, dizilirlermiş. Onlar burada diziliyor, ötekiler de karşı tarafta diziliyor, bekliyorlar. Silahlar ellerinde, zırhlar varsa üzerlerinde olduğu halde bekliyorlar. Birisi çıkarmış, atına binmiş veya yaya;
“Ben şöyle kimseyim, böyle kimseyim, şöyle kahramanım, şu kadar insanı şöylece yendim, şöyle şöhretim var, böyle kıymetim var. Sizin içinizde de bir er varsa çıksın karşıma!” dermiş. Buna mübariz deniyor. Aradan çıkıyor bariz oluyor, görünüyor, ortaya tek olarak çıkıyor. Bu taraftan da bir kişi, bu adamın karşısına kimi çıkaralım diye düşünürmüş taşınırmış. Bir tanesi çıkarmış. “Er mi istiyorsun al sana bir er, ben de çıktım karşına!” dermiş. Bunlar teke tek çarpışırlar, iki taraf da seyrederlermiş. Eski savaşların usulü bu… Töre… Hop diye birbirlerine saldırmıyorlar, işin biraz keyfini çıkarıyorlar, biraz heyecanlanıyorlar böyle. Ondan sonra girişiyorlar birbirlerine… Hz. Ali Efendimiz’in karşısına kim çıksa devirirmiş, galip gelirmiş. Esed “arslan” demektir. Esedullah; “Allah’ın Arslanı” demektir. Allah’ın dinine hizmet ediyor. Saff sûresinde Allahu Teâlâ hazretleri hepimize iltifat ediyor.
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun.” (61/Saff, 14.) Allah’a yardımcı olun deyince insanın koltukları kabarıyor. Allah yardıma muhtaç değil. Herşeye kâdir, yardıma ihtiyacı yok. Neden “Allah’ın yardımcıları olun.” diyor? Allah’ın dinine yardım etmek çok sevaplı olduğundan bize iltifat ediyor. Allah, kendi dini için çalışana Allah’a yardım etmiş payesini veriyor. Hz. Ali Efendimiz de Allah’ın dinine yardım eden bir kahraman olduğundan Esedullah, Allah’ın Arslanı. Arslan biliyorsunuz, hiçbir şeyden korkmayan, herşeye saldıran, herşeyi alt eden kuvvetli bir yaratıktır.”
(Mahmud Es’ad Coşan, Tarihi ve Tasavvufi Şahsiyetler Server yayınları)
4- Hz. Ali Radıyallahu Anh Hakkında Bazı Hadis-i Şerifler
“Ali bendendir, ben de ondanım.”
( İbn Mace, el-Hafız Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen-i İbn Mace, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, c.I, s.44; Tirmizi, Menakıb, 21.)
“Ben ilmin yuvasıyım, Ali de onun kapısıdır.”
(Tirmizi, Menakıb, 21.)
Rasulullah ashabı arasında (Hicretten sonra Medine’de ensar ve muhacirin arasında) kardeşlik akdi yaptı. Bu esnada Ali, gözlerinden yaş akar halde ağlayarak Rasulullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem huzuruna geldi ve:
“Ey Allah’ın Rasulü, ashabını birbirlerine kardeş ettin, beni ise kimseye kardeş etmedin.” dedi.
Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“(Ey Ali) Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin.” buyurdu.
(Tirmizi)
Hayatını Allah ve Rasulünün aleyhissalatu vesselam yolunda geçiren Hz. Ali Efendimiz Halifeliği sırasında bir Harici tarafından şehit edilmiştir. Allah şefaatlerine nail eylesin. Amin. Ruhlarına bir Fatiha ve Üç İhlas okuyalım inşaAllah.Elhamdulillahi rabbil alemin. Vessalatu vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya Ali…