İnternet, bir nimet olarak avuçlarımızda, parmaklarımızın ucundadır. Ama parmaklarımızın ucunu da seyreden melekler yanı başımızdadır. Evet, İnternet bir ateştir belki. Onu nasıl kullandığımıza bağlı olarak bize zarar verebilir. Ancak ateşi ısınmak için kullanırsak, Allah’ın ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in belirlediği çizgiler içerisinde kullanırsak bize bir zararı olmadığı gibi birçok faydası da olacaktır.
Bu yazımızda, İnternet’in İslam ile ilişkisini değerlendireceğiz.
1. İnternet nimet mi, bela mı?
İnternet nimettir, Allah’ın bir lütfudur. Uzağı yakın, kıtaları avucunun içine getirdi. Binlerce cilt kitabı bir tuş kadar sana yakın hâle getirdi. Bu nimet değil de nedir? Bu kadar büyük nimetin şükrü yapılması gerekir. “Şükürler olsun, evimize internetimiz bağlandı” diyerek şükür olmaz. Allah’ın şeriatına göre kullandığın zaman Allah ona bereket verecek. O bereket sayesinde de internetin zararını görmeyeceksin.
İnternet hayatımızın ya bir parçasıdır, ya da bir belasıdır. Belaysa internete lanet edelim, atalım diyebilir miyiz? İnternet, hayatın bir parçası halinde gelmiştir. İnternete bağlanamadan hastaneden randevu alamıyor, sipariş verirken internet üzerinden sipariş veriyorsun.
Bu sebeple internet çöp gibi “attım” demekle atılamaz. Ya ben ona uyacağım, beni sürükleyecek ya da onu dizayn edeceğim, kullanacağım. Çünkü internet, Allah’ın nimetlerinden bir nimettir.
Dünyanın her şeyi derttir. En büyük nimetlerden biri olan ekmeğin de bazı durumlarda baş belası olduğunu görebiliriz. Soğuk yediğin zaman dişine zarar, sıcak yediğin zaman midene zarar verecektir. Ekmek de internet de nimettir. Allah nimeti verirken “saldım gitti” diye vermiyor, “al, kullan, göreyim” diye veriyor. Çünkü her nimet aynı zamanda büyük bir imtihandır.
İnternet, bir nimet olarak avuçlarımızda, parmaklarımızın ucundadır. Ama parmaklarımızın ucunu da seyreden melekler yanı başımızdadır.
2. Çocuklar ve İnternet
Çocuklarımıza yedi yaşından itibaren tahareti öğretmek mecrubiyetindeyiz. Fakat bugün cep telefonu kullanmayı çocuklar bir buçuk yaşında öğreniyorlarsa internet eğitiminin yaşı da o demektir. İnternet hayatın tamamını işgal etmiş durumdadır. Yakın bir zamanda neredeyse evde internet üzerinden muayene olacak hâle geleceğiz. Maaş ödemesi, alışverişler, ilaç siparişi, taksi çağırma işleri, bakkallar bile internet üzerinden çalışıyor. İnternetsiz bir şey kaldı mı?
Bugün dört yaşındaki çocuklar daha anaokuluna gitmeden internet okulu görmüş kültürle yetiştiriliyor. Altı yaşında birinci sınıfa giden çocuğa “akşam internetten indir getir” denildiğinde otuz kişilik bir sınıfta “bizim evde internet yok” diyen görülmüyor. Niye? Çünkü interneti olmayan bir ev yok. Hatta evlerde belki ekmek yoktur, ve elektrik kesiktir ama internet açıktır.
Biz Müslümanlar olarak çocuklarımız günaha battıktan sonra mı onlara internet eğitimi vereceğiz? “Bu çocuk bir zina yapsın, ondan sonra evlendiririz” mi diyeceğiz? Zina yapmasın diye insan evlendirilir, kirlenmesin diye temiz tutulur. Açlıktan öldükten sonra mı insana yemek yediriyorlar? Yoksa açlıktan ölmesin diye mi yemek yediriliyor?
Çocuğumuz sokakta uyuşturucu kullanan bir arkadaşıyla buluşur diye ödümüz patlıyor – sokakta buluşsa en fazla beş yüz arkadaşla buluşur – hâlbuki o internet üzerinde yedi milyar insanla buluşma fırsatı buluyor.
Çocuklarımıza interneti kapatmak ise gözünü kapatıp sokağa çıkmak kadar akılsızca olur. Kapatmak da yok. Ne var? “Rabb’im Nuh aleyhisselam’ı ve kavmini dedelerinin mirası olan putlara ilah diye bakıp bakmamakla imtihan etti, beni de bununla imtihan edecek” diye düşünmek var…
3. Farz İnternet-Vacip İnternet-Mekruh İnternet
Anne-babalar, hocaefendiler, müftü efendiler ve bu topraklarda dinden sorumlu olan makamlar, mevkiler, kişiler, siyasetçiler interneti farz internet, vacip internet diye tıpkı yemenin, içmenin haramı, mekruhu, mubahı, farzı, vacibi, müstehabı olduğu gibi tanıtmalıdırlar. Neden? Çünkü “Ekmek konusunda bile ekmeğin şu çeşidi mubahtır, bu çeşidi mekruhtur” diyoruz. “Sarımsak şurada yenilebilir, gıdalıdır, ölümden başka her şeye şifadır, ama camide / toplantıda mekruhtur” diyoruz. Allah’ın sarımsak için bile hüküm koyduğu bu dünyada internetin farz olan bölümü, haram olan bölümü, mekruh olan bölümü olmaz mı?
4. İnternet İlmihali
Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi’nin zamanında telefon yoktu, bu yüzden ilmihâlinde telefonla ilgili bir bölüm yok. Fakat bugün internetten kes yapıştır yöntemiyle yazılan ilmihâl kitapları – internetle ilgili bir böüm içermediğinden – eksik kitaplardır. Bu eksiklikten dolayı bu zamanda bile Ömer Nasuhi Bilmen gibi bir âlimin (rahmetullahi aleyh) kitaplarıyla yetiniliyor.
İnternet cennetimi bloke etmiş, cehennemin kapılarını sonuna kadar açmışken ben internet ahkâmını bir bilgi çöplüğüne dönmüş internetten mi öğreneceğim? “Bir Müslüman olarak internetten öğrendiğime göre internet helalmiş” mi diyeceğim?
Ümmet-i Muhammed’in dini muharref Hıristiyanlık, muharref Yahudilik gibi insan eli değmiş, cennetin tapularının insanlar eliyle dağıtıldığı bir din değildir. Allah’ın dini Medine’de indiği ilk günkü tazeliği ve ciddiyetiyle bakidir. Dolayısıyla haramlardan kurtulmadıkça, mubahlar ve helallerle beraber hayatımızı sürdürmedikçe Allah’ın rızasını kazanmayız.
İnternet, ya bizim dünyamızda olmayacak, ya da hocaefendilerin, âlimlerin helal dediği, mubah dediği standartlarda kalacaktır.
5. İnternet ve İslam
Şeriatımız nerede geri kaldı ki internette geri kalsın? Şeriatımız, dinimiz hiçbir zaman geri kalmadı. Ama dini sadece namaz kılmaktan ibaret gören, Kadir gecesinde blok bir dindar olup üç yüz altmış dört gün onunla idare eden, telefonu şarj ettiği gibi Kadir gecesi şarj olmayı da yeterli gören anlayıştan dolayı İslam adına Müslümanlar geri kaldılar. Böyle bir şeyden Allah’ı tenzih ederiz.
Hayatı yaratan ve hayat için şeriat gönderen, din gönderen Allah hayatın gerisinde kalır mı?
Kaynaklar
Nureddin Yıldız Hocaefendi’nin Ankara Hacı Bayram sohbetlerinden biri olan “İnternet Ölçülerimiz” dersinden derlenmiştir.
Kardeşler, bu sohbetlerin kesiti yazıdan daha tesirli ve faydalı olabilir.