Eyyühe’l Veled (Ey Oğul) kitabı üzerinden İmam Gazali Rahmetullahi Aleyhle ilim konusunda hayali röportaj.
İmam Gazali rahmetullahi aleyhin “Eyyühe’l Veled” isimli eserinin belli bölümlerinden derlenerek hazırlanmıştır. Niyazımız Firdevs Cennetleri’nde bu âlim, salih, zahid, muttaki kullarla beraber olabilmektir. Allah onlardan razı olsun!
1. İlmin fıkhını yazmış bir alim olarak bir ilim talebesi sizden nasihat istediğinde ona vereceğiniz ilk cevap nasıl olurdu ?
Allah, onun emirlerine uymanı sürekli kılsın ve seni sevdiklerinin yolundan gidenlerden eylesin. Bil ki asıl nasihatlar ancak peygamberlik kaynağından gelenlerdir. Sana o kaynaktan bir nasihat ulaşmışsa eğer, benim nasihatime senin ne ihtiyacın var? Eğer ulaşmamışsa söyle bana, geçen bunca senede ne elde ettin?
Nasihat etmek kolaydır. Zor olan o nasihati kabul etmektir. Çünkü nasihati kabul nefsine uymuş kişilere acı gelir. Zaten günahlar onların kalplerine daha sevimli gelir. Nasihatleri kabul etmek sadece egolarını tatmin ve dünyevi çıkar elde etmekle meşgul olan bu gibi salt/kuru bilgi taliplerine çok zor gelir.
Bu kimseler uygulamaya dökmedikleri bu bilgilerinin onlar için bir aracı olacağını ve onların sayesinde kurtuluşa ereceklerini düşünürler. Hayret! Bu tür aldanmış insanlar nasıl oluyor da pratiğe dökmedikleri bu bilgilerinin onların aleyhinde delil olacağanı anlayamıyorlar?
Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘‘Kiyamet günü en şiddetli azabı görecek kişi Allah’ın sahip olduğu ilimden bizzat kendisine hiçbir fayda nasip etmediği alimdir” Bil ki pratiğe geçirmediğin ilmin hiçbir faydası olmaz. Bu şu örneğe benzer: Bir kara parçasında üzerinde değişik silahlarla beraber on tane hint kılıcı olan bir adam olsun. Üstelik bu adam cesur ve savaşçı birisi olsun. Diyelim ki aniden bu adamın karşısına korkunç bir aslan çıksın ve ona saldırsın. Sence o silahların sadece varlığı aslanı etkileyebilir mi?
Herkesin bildiği üzere herhangi bir girişimde bulunulmadan yani silahlar kullanılmadan aslana karşı konulamaz. İşte bu örnekteki gibi şayet bir adam yüz bin ilmi meseleyi öğrenmiş ve başkalarına öğretmişse bunun ona hiçbir faydası olmaz. Zira ilmin faydası ancak o ilim hayata geçirildiğinde ortaya çıkar.
2. Bir talebenin ilimden muradı ve ilim elde etmede maksadı ne olmalıdır? Bir ilim talebesine bu konuda ne gibi bir uyarıda bulunursunuz ?
Eğer amacın dünya malını, makam ve mevkilerini elde etmek; başkalarına karşı övünmek idiyse o halde sana yazıklar olsun, yazıklar! Eğer amacın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Şeriat’ını yaşatmak, kendi ahlakını düzeltmek idiyse o halde sana müjdeler olsun, müjdeler!
İlimlerin özü Allah’a itaat ve ibadetin ne demek olduğunu bilmendir. Şunu bilmelisin ki itaat ve ibadet; emir ve yasaklarda şeri hükümlere söz ve fiile uymaktır. Yani söyleyeceğin, yapacağın ve terk edeceğin her şeyde Allah Resulü’nün koyduğu ilke ve yasaklara uymalısın. Mesela; kurban bayramının ilk ve geriye kalan üç günü boyunca oruç tutarsan veya çalıntı elbiseyle namaz kılarsan her iki durumda görünüşte ibadet ediyor olsan da aslında günahkar olursun.
3. Şu anda ilim talebelerinin aklını kurcalayan başka bir soru daha var. İlim öğrenmek isteyen talebeler hangi ilimlere öncelikli olarak yöneleceklerine karar verememekte. Bir talebeye öncelikli olarak hangi ilimlerle meşgul olmasını tavsiye edersiniz ?
İlim tahsil edeceğin zaman, kalbini temizleyecek ve nefsini terbiye edecek ilimleri öğrenmeye çalış. Düşün ki bir haftalık ömrün kalmış. Sen kalkıp da bu kısacık zaman diliminde kelam, fıkıh ahlak. fıkıh usulü vb. ilimlerle meşgul olur musun? Elbette olmazsın. Çünkü söz konusu o ilimlerin bu kadarcık kısa sürede sana hiçbir fayda vermeyeceğini bilirsin. Bunların yerine kalbini yoklar, nefsinin özelliklerini öğrenmeye çalışır, dünyayı sevdiren şeylerden uzaklaşırsın. Bunlarla da yetinmeyip Yüce Allah’ı sevmek ve O’na ibadet etmek ile meşgul olur ve iyi huylar edinmeye çabalarsın değil mi ? Çünkü ölüm ansızın herkesin kapısını çalabilir.
Kalbin halleri ile ilgili bilgi öğrenmek istiyorsan İhya-u Ulumi’d Din ve diğer kitaplarımı okumalısın. Çünkü bu bilgileri öğrenmek ”farz-ı ayn”dır. Bunun dışında bilgiler. Allah’ın farz kıldıklarını yerine getirecek kadarı hariç ”farz-ı kifaye”dir. Yüce Allah sözü geçen o farz bilgileri öğrenmeni nasip etsin!
4. İlim talebesi demek aynı zamanda uzun bir yol yürümeye talip olmaktır diye düşünmekteyiz. Bu yolda hakikatten ayrılmamak ilim talebesinin görevi. Yoksa ilim öğreneceğiz diye çok bilmiş, yoldan sapmış insanlara benzemek istemeyiz. Bu konuda sizin bir ilim talebesine vereceğiniz öğüt nedir ?
Biz deriz ki hakikat yolunda yürümek isteyenin dört şeyi yapması gerekir:
Birincisi; içinde bidat olmayan sağlam bir inanç üzere olmak.
İkincisi; bir daha günahlara dönmemek üzere samimi bir şekilde tövbe etmek.
Üçüncüsü; hak sahipleriyle hellalleşmek ve onları razı etmek. Öyle ki hakikat yolcusunun üzerinde kimsenin hakkı kalmamalıdır.
Dördüncüsü; yüce Allah’in emirlerini yerine getirecek kadar fıkıh ve kurtuluşa vesile olacak kadar uhrevi/diğer ilimlerden tahsil etmek.
Bil ki öncelikle hakikat yolcusu, vereceği eğitimle kötü huyları yok edip güzel huylar kazandıracak bir rehber/mürşid bulmalıdır. Eğitim işi aynen çiftçiliğe benzer. Çiftçi, dikenleri ve zararlı otları temizler ki ekinleri tutsun ve büyüsün.
Yine derim ki hakikat yolcusu için evvela onu eğitecek ve Allah’ın dosdoğru yoluna iletecek bir rehber gereklidir. Çünkü Allah kendi yoluna iletmesi için kullarına elçiler göndermiştir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem de vefat ettiğinde, insanları Allah’in yoluna iletmeleri için yerine halifelerini bırakmıştı.
Bu konuda Resulullah’a vekil olacak rehberin şartı ise âlim olmaktır. Ancak her âlim, bu vekilliğe uygun olmayabilir. Kafasına her esenin kendisinin rehber olduğunu iddia etmemesi için şimdi sana kısaca ideal rehberliğin şartlarının neler olduğunu açıklayacağım:
*Rehber dünya ve makam sevgisinden yüz çevirmiş ve sonu Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme ulaşan rehberler zincirinin halkalarından basiretli bir zata tabi olmuş olmalıdır. Aynı zamanda nefsini az yeme, az uyku ve az konuşmayla olduğu gibi çokça namaz kılma, sadaka verme ve oruç tutma ile terbiye etmiş olmalıdır.
*Bu rehber basiretli rehberine uymuş olmakla sabır, namaz, şükür, tevekkül, iman, kanaat, ruh dinginliği, yumuşaklık, alçak gönüllülük, ilim öğrenmeye çalışmak, doğruluk, utanma, sözünde durma, ağırbaşlılık ve sakinlik gibi güzel özellikleri kendine huy edinmişse demek ki bu rehber kendisine uyulmayı hak eden, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin nurlarından bir nurdur. Böyle rehberlere ise pek sık rastlanmaz. Çünkü bunlar aynen kibrit-i ahmer gibidirler. Kolay kolay bulunmazlar. (kibrit-i ahmer; nadir bulunan kırmızı kükürt madeni. Araplarda bir deyimdir, zor bulunan şeyler için kullanılır)
Kiminin kısmeti açık olur da böyle bir rehbere rastlar ve o rehber de onu yanına kabul ederse açık veya gizli ona saygıda kusur etmemelidir. Açıktan saygıyla; onunla tartışılmaması, hatalı olduğu düşünülse bile her ilmi meselede ona karşı çıkılmamasını kastediyoruz.
Gizli saygıya gelince; işitilen söz ve hareketler içten içe reddedilmemeli, yargılanmamalıdır. Çünkü bu, kişiyi ikiyüzlülüğe götürür. Eğitilen kişi bunu başaramıyorsa eğer yapacağı şey içi ile dışı bir oluncaya kadar rehberiyle olan beraberliğini bir süre ertelemek olmalıdır.
Hakikat yolcusu olan kişi; kötü insanlarla arkadaşlık yapmamalı ki cin ve insan şeytanların ona musallat olmalarından kurtulabilsin. Yani şeytanlık kirlerinden arınabilsin. Son olarak hakikat yolcusu; her hâlinde fakirliği zenginliğe tercih etmelidir.
5. Günümüzün ve asırların en büyük sorunu; cahilliktir. Sizce cahilliğin sebebi yada sebepleri nelerdir ?
Bil ki dört çeşit cehalet hastalığı vardır. Yalnızca bir çeşidi tedavi edilebilirken diğer üçü ne yapılırsa yapılsın iyileştirilemez. İyileştirilemeyecek olan cehalet hastalıklarından ilki; sadece kıskançlığından ve kininden dolayı sorular soran ve yerli yersiz eleştirilerde bulunanların hastalığıdır. Sen bu tür insanlara ne kadar güzel, açık ve doğru cevaplar versen de onlar bu cevaplarını kabul etmez. Etmedikleri gibi kıskançlık ve kinleri de arttıkça artar. Bunlara karşılık yapılması gereken; onlara cevap vermemektir.
Bu tür hastalardan uzaklaşmalı ve onları hastalıklarıyla başbaşa bırakmalısın.
İyileştirilmesi mümkün olmayan ikinci cehalet hastalığı; ahmak olan cahilin hastalığıdır. Mesela; azıcık ilim tahsili yapmış, akli ve şeri bazı yüzeysel bilgileri edinmiş biri, akılsızlığından olsa gerek, ömrünün tümünü akli ve şeri ilimlere adamış büyük bir âlime sürekli pervasızca sorular soruyor ve eleştirilerde bulunuyor. Bu sefih, onun için problem teşkil eden veya zorlandığı meselelerin bu büyük alimi de zorladığını düşünüyor. Aslında onun bu düşüncesi bile ne derece sefih olduğunu göstermeye yeter de artar. Bu tür insanlara da cevap vermeye çalışılmamalı. Zira sefihe verilecek cevap: sadece susmaktır.
İyileştirilemeyecek üçüncü cehalet hastalığı ise; bir şeyler öğrenmeye çalışan ancak aklı tam olarak yetmeyen kişilerin hastalığıdır. Bu kimseler büyüklerin sözlerini anlamadıklarında eksikliği kendilerinde görürler. Çünkü bunlar hakikatleri anlayacak bir zekaya sahip değillerdir. Bunlara da cevap vermeye çalışılmamalıdır. Nitekim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Biz peygamberler, insanların akıllarına göre konuşmakla emrolunduk.”
Diğerlerinin aksine iyileştirilebilecek olan dördüncü cehalet hastalığı; eğitilmek isteyen, anlayışı kıt olmayan ve aynı zamanda akıllı olan kişinin hastalığıdır. Bu kişi; şehvet düşkünlüğü, kıskançlık, öfke, makam ve mal sevgisi gibi şeylerin kölesi olmamıştır ve onun tek amacı doğru yolu bulmaktır. Ayrıca onun soruları ve eleştirileri yapmacık ve deneme amaçlı olmadığı gibi kıskançlık kaynaklı da değildir. Bu hasta iyileştirilebilir. Ona cevap vermek iyileşmesini sağlamak gerekir. Hatta ona cevap vermek alimlerin üzerine farzdır.
6. Peki, bir ilim talebesinden veya bir alimden öğüt talep edildiğinde hangi metodu izlemelidir? Öğüt verecek olan kişiyi hangi tavsiyelerde bulunursunuz?
İnsanlara öğüt ve vaaz vermekten sakınmalısın. Fakat bildiklerini önce sen uygularsan ancak o zaman bu bildiklerini etrafındakilerle paylaşabilirsin. Diyelim ki bir gün senin insanlara nasihatte bulunman gerekti. O zaman iki şeyden kaçınmalısın. Birincisi konuşmalarında süslü söz ve imalardan, abartılı ve yapmacık sözlerden, (bunları içeren) beyit ve şiirlerden uzak durmalısın. Çünkü yüce Allah tekellüfte bulunanları sevmez. Tekellüf; her şeyde haddi aşmak manasına gelir. Haddi aşmak ise kişinin kalbinin gaflette olduğunun göstergesidir.
İkinci husus ise; vaaz verirken amacın insanları dünyadan ahirete, günahlardan hayırlı işlere, hırslı olmaktan kanaatkar olmaya, cimrilikten cömertliğe, şüphecilikten kesin inanmaya, aldanmış olmaktan dikkatli olmaya ve kibirden takvaya çağırmak olmalıdır. Ahireti onlara sevdirmeli ve onları dünyanın geçici zevklerinden uzaklaştırmalısın. İbadet etmeleri ve sade yaşamaları için onlara gerekli bilgileri öğretmelisin. Allah’ın cömertliği ve rahmetini sıkça vurgulayarak onları aldatmamalısın. Çünkü İslam’ın emirleri vaaz verdiğin insanlara genelde zor gelir; üstelik onlar kötü huylar edinmeye ve Allah’ın razı olmadığı işler yapmaya da isteklidirler.
Sen bu tür insanlara karşılaşabilecekleri hesap ve ceza hakkında düşündürmelisin. Böyle yaparsan eğer belki onlar da kalplerini düzeltir ve yavaş yavaş Allah’ın emirlerine uymaya ve günahlardan sakınmaya başlarlar. İşte öğüt ve vaaz vermenin yolu bu şekilde olmalıdır.
7. Bir Müslüman'a kendisinin ve diğer Müslümanların morallerini dinç tutması, zihinleri motive etmesi için hangi nasihatlerde bulunursunuz?
Çabalamayı ruhunda, yenilgiyi nefsinde ve ölümü bedeninde gerçekleştir. Çünkü senin son durağın, mezarın olacaktır. Mezardakiler ise senin onlara kavuşma anını sabırsızlıkla beklemektedirler. Sakin ola ki azıksız onlara kavuşayım deme!
Ebubekir es-Sıddık radıyallahu anh şöyle dedi: “Bu bedenler ya bir kuş kafesi ya da bir hayvan ahırı gibidir.” Kendi kendine acaba ben bu ikisinden hangisine benziyorum, diye düşün. Şayet sen yücelerde uçan bir kuş gibiysen Fecr Suresi, 27. ayet-i kerimedeki: “Ey nefis, Rabbi’ne dön!” çağrısını duyunca, cennetin yüksek burçlarına ulaşıncaya kadar kanat çırpıp uçacaksın. Nitekim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Rahman’ın arşı Sa’d bin Muaz’ın ölümü için titredi.
Allah korusun Yüce Allah’in Araf Suresi, 179. ayet-i kerimede: “…İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar..” söz konusu ettiği hayvanlar gibiysen o hâlde bu dünyanın herhangi bir köşesinden cehennemin uçurumlarına düşmen kaçınılmazdır.
Kaynak: Elif Elif Dergisi
Nasip olup okumuştum. Çok kıymetli bir eser. Alıp okuyunuz kitabı, nasipleneceğimi çok şey mevcut. Paylaşım için teşekkürler. Allah razı olsun.
İmamı Gazali hazretlerinin hangi kitabı acaba
Eyyühel Veled (Ey Oğul)kitabı
İmamı Gazali hazretlerinin hangi kitabından acaba .ismini söyleyebilir misiniz
Çok güzel hayali bir röportaj olmuş..tebrikler