Denizin ortasında bir gemi ile yol alırken birdenbire vuran bir fırtınada ayakta kalmak asla kolay değildir. Fırtınaya eklenen yağmurun hemen ardından şimşekler çakmaya başlar. Ardından parıldayan güneşin yerini bir anda kapkara bulutlar alır. Bu raddede insanın görebildiği tek şey etrafını saran devasa büyüklükteki dalgalar olur. Yolunuzu bulamaz ve imdat çığlıkları atmaya başlarsınız. Sahil güvenliğe, cankurtaranlara, sesinizi duyan herhangi birine ulaşmaya çalışırsınız ama yanıt gelmez. Yeniden döner, dümeni kontrol etmeye, yönünü fırtınadan kurtulacak biçimde değiştirmeye çalışırsınız. Fakat işe yaramaz. Gemiden kurtulmak için bir cankurtaran botu, can yeleği aranırsınız… Nafile. Bütün arayışları ve kurtulma araçlarını deneyip hiçbirinden sonuç alamadığınız o anda ellerinizi göğe açar ve Allah’a yakarırsınız.
Eşsiz Bir An
Fakat esasen o yaşanılan anda eşsiz bir şey mevcuttur. O an daha evvelden yalnızca diliniz ile ikrar ettiğiniz “Allah subhanehu ve teala”nın birliğini ve tekliğini tam bir surette zihniniz ve tüm kalbiniz ile idrak etmiş olursunuz. Elbette kıyıdayken de Müslüman olabilirsiniz. Yani bu olay başınıza gelmeden, denizin ortasında bir gemideyken fırtınaya yakalanmazdan evvel de birçok sıkıntı yaşamış ve o sıkıntılarda da bir Müslüman olarak Rabbimiz Allah subhanehu ve teala‘ya dayanmış, O’na güvenmiş ve O’ndan yardım dilemiş olabilirsiniz. Fakat o an, o koca su kütlesinin ortasında, başınıza devasa boyutta dalgalar geçtiği o an Allah’a güvenmek ve yakarmak ile kıyıdayken O’na güvenmek arasında dağlar kadar fark vardır. Kıyıdayken herhangi bir sorunla karşılaştığınızda, evet belki Alemlerin Rabbi olan Allah’a sığındınız. Fakat geçim sıkıntısından dolayı dua ederken borç isteyip haber beklediğiniz arkadaşınız, çocuk sahibi olmak için dua ederken namını herkesten çokça duymuş olduğunuz doktor, zeki çocuğunuzun sınav sonucunu beklerken aylarca kendisinden ders aldırdığınız başarılı öğretmen… Bunların hepsi hesapta idi. Allah’a dua ederken ve O’ndan medet umarken aynı zamanda araya kattığınız bazı medet sahipleri vardı.
Fakat fırtınanın ortasında dalgalarla boğuştuğunuz o yapayalnız anda, hiçbir kurtarma gemisinden, can yeleğinden, sahil güvenlik ekibinden umut olmadığı o yapayalnız anda tek ve tamamen güvenilecek yalnızca Allah vardır.
Peki, neden en çok ihtiyacımız olduğu anda bütün imkan ve yardım kapılarının kapandığını hiç düşündünüz mü? Bazen çalınmadık kapı kalmayıncaya dek hepsini tek tek dolaşır ve çalarsınız, fakat en çok güvendiğiniz kapılar bile bir çırpıda yüzünüze kapanıverir. Neden?
Rabbimiz Allah subhanehu ve teala bizleri herkesten daha iyi tanımakta. Karakterimiz, O’nun çok iyi bildiği bir takım niteliklerle ve zaaflarla dolu. Kul olmanın bir sonucu olarak zayıfız ve sürekli olarak bir ihtiyaç içerisindeyiz. Aynı zamanda da aceleci ve sabırsızız. Ne zaman başımız sıkışsa, bir bela ile imtihan olsak yardım istemek zorundayız. Aslında bu Allah subhanehu ve teala‘nın planıdır. Neden gemimiz ile pırıl pırıl parlayan güneş altında, çarşaf gibi dümdüz olan bir denizde yol alırken bir barınak aramanın derdine düşelim ki? Bir gemi ne zaman sığınacak bir liman, bir barınak arar, elbette fırtına başladığında. Bu nedenle Allah subhanehu ve teala bize bir fırtına gönderiyor, yardıma ihtiyaç duyacağımız bir an yaratıyor ki bir barınak aramaya yönelelim.
Fakat günlük yaşantımızda karşılaştığımız zor durumlar karşısında, sabırsızlığımızdan ötürü, yardımı hep en yakında olandan ve en kolay olandan başlayarak ararız. Medet umduklarımız genel itibari ile hep gözümüzle gördüğümüz elimizle tuttuklarımız olur. Kısayolları ararız. Görünen, yakında olan, kolay ulaşılan yardıma talibiz ekseriyetle.
Aslına bakarsanız dünyanın bizzat kendisi ve onun muhtevasındaki her şey de tam olarak böyle değil midir? Yakın, kolay elde edilebilir, ucuz… Aynı zamanda dünya etimolojik mânada da buna tekabül eder. (”dünya” Arapça ‘aşağıda’ manasına gelen kökten türemiştir.) Fakat esasen dünyanın ve içindekilerin yakın görünmesi bir yanılgıdan ibarettir.
Bize dünyadan ve dünyadakilerden çok daha yakında olan başkadır. Yalnızca bir saniyeliğine durun ve size neyin yakın olduğunu düşünün. Bu soru ile muhatap olan insanların büyük çoğunluğu kendisine en yakın olanın gönlü ve nefsi olduğuna ilişkin cevaplar veriyor. Fakat Allah subhanehu teala Kur’an-ı Kerîm’de buyuruyor ki;
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِه۪ نَفْسُهُۚ وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ –
– Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.
Allah subhanehu ve teala bu ayette söze, iç dünyamızda nefsimizle verdiğimiz mücadeleden haberdar olduğunu söyleyerek başlıyor. İçimizdeki sıkıntı ve mücadelelerin biri tarafından bilindiğini ve anlaşıldığı bilmek insanın gönlüne ferahlık verir. Ayeti kerimede Allah subhanehu ve teala nefislerimizin bize neler fısıldadığı bildiğini söylüyor. Nefis, sözlükte ‘ruh’ ve ‘can’ gibi manalara tekabül eder. Bu iki kavram da bir insanın tabiri caizse ‘iç’i anlamına gelir. … İnsanın kendisine en yakın olan kısmı, kendisi… Fakat Allah subhanehu ve teala ayetin devamında şöyle buyuruyor; ”…biz, ona şah damarından daha yakınız.” Kendi nefsinden, nefsinin söyleyip durduklarından ve şah damarından dahi daha yakın… Peki niçin şah damarı? Vücudumuzdaki herhangi bir organ, kısım, hatta metrelerce uzunluktaki damarlarımızdan herhangi bir damar değilken niçin hususen şah damarımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın bize yakınlığının nispeti olarak örnek veriliyor. Çünkü şahdamarımız kalbe kan getiren damarlar içerisinde en önemli damardır. Şah damarımız koptuğu, zarar gördüğü anda hemen ölürüz. Tabiri caizse bizi hayata bağlayan iptir şahdamarı. Fakat Allah subhenahu ve teala bu ipten bile daha yakındır bize. Allah, bize kendi hayatımızdan, benliğimizden, nefsimizden daha yakındır. Kalbimizin çalışmasını ve bizi hayatta tutmayı sağlayan en önemli damarımızdan bile daha yakın.
Allah subhanehu ve teala başka bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
–Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve resulünün çağrısına uyun ve şüphesiz bilin ki, Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki, O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
Allah bir kalbimiz ve nefsimiz olduğunu ve bu iki unsurun zihnimizi, davranışlarımızı kısacası mahiyetimizi etkilediğini biliyor. Bununla birlikte yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de ‘iç’imize ait olan bu unsurlardan dahi daha yakınımızda olduğunu belirtiyor. Bu nedenle yaşadığımız herhangi bir zor durumda yaratılmışlar içerisinde bize yakın ve kolay ulaşabilir olduğunu düşündüğümüz bir yardım eline uzandığımızda, Allah subhanehu ve teala‘dan değil de fani olan herhangi bir kişi yahut otoriteden medet umduğumuzda zahiren işimizin kolaylaştığını ve sorunumuzdan bir an evvel azad olacağımızı düşünsek de esasen güç ve irade itibari ile zayıf aynı zamanda bize daha yakın gözükmekle beraber bize çok daha uzak bir yerden medet umuyoruz. Zira hiç bir el, bize şahdamarımızdan daha yakınımızda olandan daha yakın olamaz.
Bu, daha yakın ve ulaşılabilir olana meylimiz fıtratımızdan kaynaklanan bir husus olduğundan, Rabbimiz, bir fırtınaya maruz kaldığımızda diğer tüm kapıları kapatarak bizi yönlendirir. Allah subhanehu ve teala yöneldiğimiz her yanlış kapının ardında bir düşüş, aldanış ve hayal kırıklığı olduğunu bilir. Ve eğer o yanlış kapıdan girersek düşeceğimizi de… İşte bu sebeple, bir fırtınanın ortasında kaldığımız çaresiz anlarımızda çare olduklarını düşündüğümüz fakat esasen yanlış ve faydasız olan kapıları sonsuz merhameti ile kapatır.
Zaten, esasen bizim için bir bela gibi gözükse de, bizi bir fırtınaya maruz bırakması da Allah subhanehu ve teala‘nın merhametinin bir tezahürüdür. Bir yardım kapısı aramamız için bize bir fırtına gönderir. Rabbimiz bizi yalnızca tek bir doğru cevabı olan bir sınava tabi tutar. Ve daha sonra yanlış tüm cevapları (tüm kapıları…) ortadan kaldırarak doğru şıkkı seçmemize yardım eder.
Denizin ortasında bir gemi ile yol alırken birdenbire vuran bir fırtınada ayakta durmak asla kolay değildir. Fakat asıl mesele de işte budur. Bazen maruz kaldığımız ve belki karşısında ayakta bile duramayıp bizi dizlerimizin üzerine çöktüren o kuvvetli fırtına, Rabbimize en yakın olduğumuz secde haline kavuşabilmemiz içindir.
Kaynaklar
Bu yazı www.yasminmogahed.com sitesinden alınarak Suffagâh ekibi tarafından suffagah.com için Türkçeye çevrilmiştir.
Allah razı olsun. Çeviri çok başarılı
çölde serap gördüğümü sanıyordum meğersem fırtınadaymışım , eyvallah .