İnsan dâhil olmak üzere bu kâinatı hakkıyla tefekkür eden her kimse, onu Rabbine götürecek dört temel delilin olduğunu görür. Bu deliller; yaratılış, mükemmellik, takdir ve hidayet delilleridir.
1. Yaratılış Delili
Yaratmaktan maksat bulmak, ortaya çıkarmaktır. Yani, bir şeyin yokluktan varlığa çıkarılmasıdır. Örneğin; yeryüzünde, her türden iç açıcı bitkilerin ve her çeşit canlının yayıldığı bir canlılığın yaratılmasıdır. Yine, bilinmeyip sonra var olan akıllı insanın yaratılmasıdır. Bu Kur’an’ı Kerim’in Peygamberimize inen ilk suresinde üzerinde dikkat çektiği konudur: “Oku! Senin Rabbin cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”
Yine göğün ve yerin yaratılmasıdır ki, bu insanın yaratılışından daha önemlidir. Günümüz astronomi bilimi, gök cisimlerinin büyüklüğünün ve aralarındaki mesafenin uzunluğunu bize kanıtlıyor. Bu cisimlerinin birbirleriyle olan mesafesi milyonlarca ışık hızı uzaklığındadır.
Peki, yeryüzündeki bu hayatın yaratıcısı kimdir? Bu düşünen insanın yaratıcısı kimdir? Yeryüzü ve gökyüzü ile tüm bu kâinatın yaratıcısı kim? İnsan, yeraltı ve yerüstü yaratıklar bir yaratıcı olmadan mı var oldu? Yoksa bunu var eden bir yaratıcının olması mı gerekir? Varsa o kim?
İnkârcılar, bu gezegende ilk defa hayatın var olması ile ilgili ne derler?
Hayatın ortaya çıkması, inkârcıları çıkışı ve açıklaması olmayan bir sorun ile karşı karşıya bırakmıştır. Bazı inkârcılar; hayatın, yeryüzüne yukarıdan gelen büyük göktaşlarından bir tanesinin inmesiyle ortaya çıktığını savunurlar. O zaman soru şu olur: Peki gezegen aleminde veya herhangi bir gezegende hayatı yaratan kim?
Yine bazıları, maddenin kendisinde zaten hayatın var olduğunu, bir oluşum ve düzenden sonra maddenin canlı olduğunu söyler. Buna karşı ise soru şu olur: Peki o sağır ve kör bir madde iken onu oluşturan ve düzenleyen kim?
Akıl, hayatın varoluşu ile ilgili iki görüşten birini kabul etmek zorundadır: Birincisi; hayat, maddenin kendisinden ayrılmayan bir özelliği olduğunu ve bir yaratıcıya muhtaç olmadığıdır. İkincisi ise; hayat, irade eden, ne istediğini bilen bir yaratıcının işidir.
Alemin tümü maddeden ibaret ise ve maddeden başka bir şey yoksa, bu, maddenin ezeli ve ebedi olmasını gerektirir. Ne başı ne de sonu olmamasını, tüm gücü ve bütün özellikleri ile ezelden beri var olduğunu, bütün özelliklerin her durumda ona bağlı olduğunu ve boşlukta olan madde ile yerin dışında olan bir maddenin asla ayrılmamasını gerektirir.
O halde hayatın bir gezegende olup diğerinde olmamasının veya bir zamanda olup başka zaman olmamasının bir anlamı yoktur. Hayat özelliklerinin milyarlarca yıl çalışmayıp binlerce yıl sonra ortaya çıkmasının da bir anlamı yoktur ki, bu hesaba bile katılmayan ezel ile kıyas bile edilemez. Peki, bu kadar sayısız ve sınırsız hayat özelikleri neden ertelendi. Oluşum ve dağılma neden boşluğun çeşitli yerlerinde ve değişik zamanlarda olmuştur? Bu hayat neden tesafüf olarak geldi ve tesafüf olarak devam etti. Kör ve sağır olan madde de hesaptan anlamazken bunun için bir hesap gerekmez miydi?
Aklın, hayatı ortaya çıkaranın irade sahibi bir yaratıcı olduğu görüşünü tercih etmesi gerekir. Açıklaması zor olan bir görüşü, kolay olan bir görüşe tercih edilmesinin nedenini bilemiyoruz. Açıklanması kolay olan görüş hayatın irade sahibi bir yaratıcı tarafından ortaya çıkarılmış olmasıdır.
Açıklaması kolay olan görüş, sağır olan madden hayatı ortaya çıkarmanın diğer bir tabirle, ölüden diriye çıkarmanın sırrını ortaya çıkarandır. Kişi, akıl ve mantık sesine kulak verdiği zaman bütün varlığın yaratılışının sırrını çözmüş olur. “Şüphesiz Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir. Ölüden diriyi çıkarır. Diriden de ölüyü çıkarandır. İşte budur Allah! Peki, nasıl çevriliyorsunuz?”
“Onların çoğu ancak zannın ardından gider. Oysa zan, hak namına hiçbir şeyin yerini tutmaz. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilendir.”
Bu delile, yaratılış delili, ibda veya ihtira delili denir.
Diğer bir ifadeyle “hareket” delili de denilebilir. Bu hareket bir yerden diğer bir yere intikal manasında kullanıldığı gibi, bir durumdan diğer bir duruma intikal etme veya yokluk aleminden varlık alemine intikal etme manalarında da kullanılır.
Bu delilin içeriği şöyledir:
Hareket eden her şeyin bir muharriki (hareket ettiricisi) olması gerekir. Bu muharrik, hareket fiili için başkasına muhtaçtır. Bu silsile, akıl; ezeli, kendi başına kaim ve başkasına muhtaç olmayan bir muharrike ulaşıncaya kadar bu devam eder. Yoksa devir ve sonu olmayan bir teselsül olur ki, bu ikisi de batıldır. İşte bu muharrik Allah Teâlâ’dır.
2. Mükemmellik Delili
Yaratılanlar Allah’ın varlığına delalet ediyorsa mükemmel daha çok delalet eder. Mükemmellik yaratılıştan daha özeldir. Çünkü, bir şeyin yaratılması onun her zaman mükemmel olduğunu göstermez.
Bu mükemmellik, kâinatın bütünün genel, özel olarak varlık aleminde, daha özel olarak da insanda apaçık göz önündedir. Örnek olarak; Allah, yeryüzünü insana yaşayabileceği bir yer ve bir döşek olmaya uygun bir durumda yarattı. Bundan dolayı onu yayarak açtı ve onu alçak kıldı. Sarsılmaması için ona kazıklar gibi oturaklı dağlar yerleştirdi. Ona bereket verdi ve gıdalar takdir etti. Şayet yeryüzü tabakası tamamen kaya veya kuru olsaydı veya hepsi düz ova olsaydı bitkiler ve meyvelerin çıkmasına uygun olmazdı.
Şayet yeryüzü tabakası olduğundan bir miktar daha kalın olsaydı karbondioksit ve oksijeni emerek bitkilere yaşama imkânı vermezdi.
Yeryüzünde var olan bütün canlılar, görevlerini kolay bir şekilde yapmalarını sağlayacak şekilde mükemmel ve eksiksiz yaratıldılar.
Örneğin; deveye, yaşayışına ve çölde uzun yolculuklarına uyacak bir yaratılış şekli verildi. Bundan dolayı başını yukarıda tutacak uzun bir boyun ve onu kum tozlarından uzak tutacak gözler ile yaratılmıştır. Yine çöldeki dikenleri kendisine zarar vermeyecek şekilde aşması için yarık dudak ve kuru çöllerde ihtiyaç duyduğu bir günde yemesi için yağ depolanabilen hörgüç bağışlanmıştır. Ayakları, at eşek ve katırlar gibi kuma bayan şekilde değil, kumları aştığında batmayacak şekilde yaratılmıştır. Bundan dolayı deveye, çöl gemisi” denilmiştir. İşte böyle mükemmellik delilini bütün canlılarda görebiliriz.
3. Takdir Delili
Takdir; her şeyin bir miktar, ölçü, tertip ve hesap üzere yaratılmasıdır. O şeyin mekân ve zamanıyla uyuşması, ayrıca kendisine yakın ve uzak olan varlıklarla da uyuşması gerekmektedir. O şeyin görevini aksatmamalı veya yaratılış amacına zarar getirmemelidir. Böylece tüm mahlukat arasında bütün varlıkların seyrini düzenleyen kapsamlı denge oluşsun.
Bu takdir, her şeyde bulunan genel bir olgudur. Kur’an, bu hakikate işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“O, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.””Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.””Hiç şüphesiz, biz her şeyi bir kader ile yarattık.””Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim katımızda olmasın; ancak biz onu belirlenmiş bir miktar olarak indiririz.”
Su: Örneğin; Allah suyu yarattıklarının en iyisi olarak meydana getirmiştir. Allah onu içmede sulamada, taharette, temizlikte ve sair durumlarda görevini eda etmesi için hazırlamıştır. Fakat Allah, yaratıp yeryüzünde karar kıldığı bu suyu belli bir ölçüde yaratmış, belli bir ölçüde indirmiştir ki, ne yaratıkların ihtiyaçlarından az olup kuraklık olsun ne de ihtiyaçlarından fazla olup sel ve zarara yol açsın. Ne okyanuslar karaları kaplasın ne de tuzlu sular tatlı sulara karışsın. Kur’an buna şöyle işaret etmektedir: “Biz gökten belli bir miktarda su indirdik.”
Güneş: Allah güneşi ısı ve ışık enerjisiyle hayat boyunca görevini yerine getirmesi için yaratmıştır. Başka bir gezegenle çarpışmaması, dünyaya yaklaşıp orada yaşayanları yakmaması, ondan uzaklaşıp orada yaşayanları ihtiyaç duydukları ısıdan yoksun bırakmaması için ona gayesini gerçekleştireceği belli bir yörünge tahsis etmiştir. Kur’an buna şöyle işaret etmektedir: “Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri(düzenlemesi)dir. Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”
Acaba bu mahlukatın tümünü yerli yerine koyan kimdir. Bu hayret verici ölçü ve kusursuzluk bunların hacimlerini, şekillerini, boyutlarını, özelliklerini belirleyen kimdir? İnkârcı materyalistlerin bu soruya ikna edici bir cevapları var mı? Hayır!
Bizim ise cevabımız şudur:
“Yüce Allah, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir.””O, sabahı da yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükûn (dinlenme), Güneş ve Ay’ı bir hesap kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir.”
4. Hidayet Delili
Şu kâinatta bulunan varlıkların bütünü Allah’ın varlığının delilidir. O’nun güzelliği ve mükemmelliği ise başka bir delildir. Üçüncü delil de varlıkların kendi içlerindeki uyumu ile diğer varlıklarla olan uyumudur.
Dördüncü delil ise, “hidayet delili”dir. Kâinatta bulunan her varlık görevini en iyi şekilde yerine getirecek durumda yaratılmış, yaratılış gayesine uygun olarak yönlendirilmiştir. Bundan başka yaratılış gayesi ilham edilmil ve gayesine ulaşması için kendisine bütün yollar ardına kadar açılmıştır. İşte bu yaratılış ve mükemmellik, takdir delilinin dışında bunları tamamlayan dördüncü delildir. İlham ve talim delili olan bu delili “hidayet delili” diye adlandırdık.
Bu delil; canlı-cansız, akıllı-akılsız, konuşan-dilsiz kısaca kâinatta bulunan bütün varlıkları kapsamaktadır. Yoksa ilk bakışta sanıldığı gibi yalnızca akıllılara mahsus değildir. Yalnızca insan, kuş, böcek gibi dünyada yaşayan canlılara da has değildir. Nitekim, Kur’an’ı Kerim bu gerçeği Musa aleyhisselam’ın diliyle şöyle dile getirmektedir: “Kendisinin rab olduğunu iddia eden Firavun, ona “Ey Musa! Sizin rabbiniz kimdir?” diye sorduğunda, Musa aleyhisselam, “Bizim rabbimiz, bütün varlıkları yaratan ve onları yaratıldıkları maksada doğru yöneltendir.” diye cevap vermiştir. Dolayısıyla, ne kadar varlık varsa onların bütünü, yaratıldıkları gibi belli bir maksada da yöneltilmişlerdir.
Bu hidayet delilinin görüntüleri arasında şunları zikredebiliriz:Her hayvana yaşamını sürdürebilmesi ve görevini yerine getirebilmesi için duyu organlarının yanı sıra özel sistemler verilmiştir. Örneğin; Doğan’a yerdeki küçük avlarını yakalayabilmesi için teleskobik bir göz verilmiştir. Böceklere ise, insandan korunmak için edindiği yuvasına gidebilmek için, derecesini bilmediğimiz mikroskobik gözler verilmiştir. Posta güvercininin, haritasız ve kılavuzsuz olarak binlerce mil uzaktaki yerlere gidip, yolları karıştırmadan dönmesi, ona verilen özellikler sayesindedir.
Arılar da ne kadar uzaklara giderse gitsin, üzerine konduğu ağaç ve çiçekler yardımıyla kovanını kolayca bulmaktadır.
Kuşlar bir ülkeden diğer bir ülkeye, hatta bir kıtadan diğer kıtaya göç edip belli bir müddet sonra kaybolmadan ve yolları karıştırmadan, vatanlarına geri dönebilirler.
İbni Kayyim şunları söylemektedir:
Hayvanların yaşamları için gerekli olan şeylere yöneltilmesi konusu okyanus gibi uçsuz bucaksızdır. Örneğin; yırtıcı kuşlar yavrularını doğurduklarında yumurtaları et parçası şeklindedir. Sertleşinceye kadar bu yumurtaları karıncalardan korumak için köşe bucak kaçırırlar.
Aslana da yürürken izlenmekten korktuğunda kuyruğu ile ayak izlerini silmesini öğreten kimdir?
Tilkiye de çok acıktığında sırt üstü yatmasını ve nefesini içine hapsederek vücudunu şişirmesini öğreten kimdir? Böylece onun öldüğünü sanan kuşlar, yemek için tilkinin başına üşüşünce -pusuya yatan tilki- hemen onları yakalayıp açlığını giderir.
Yahut yaralandığında bilinen boyamsı bir maddeyi alıp yarasına merhem gibi sürmeyi ona kim öğretmiş olabilir?
Dişi file, doğumu yaklaştığında bir suya giderek onun içinde doğurmasını kim öğretti? Çünkü filler, ayakta doğum yaparlar. Suda doğum yapmakla yavruyu yere düşüp yaralanmaktan korurlar. Bu durumda su, yavru için yumuşak bir döşek görevi yapmış olur.
Örümceğe ince ve güvenli bir ağ örmesini sonra da ağın tavanından sarkıttığı ipe asılı kalıp avına pusu kurmasını acaba kim öğretti?
Allame İbni Kayyim hayvanların hidayeti (yaratılış gayesine uygun olarak yönlendirilmesi) hakkında uzun uzadıya bahsettikten sonra şöyle der: “Bu konu gerçekten çok geniş bir konudur. Fakat bununla ilgili şu ayeti bilmek yeterlidir: ‘Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birere topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.'”
Kaynaklar
Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî | Allah’ın Varlığı (Nida Yayınları)
0 Yorum