Son yıllarda çok ciddi imtihanlarla karşı karşıyayız. Dünya genelinde yaşanan zulümler, pandemi, ekonomik krizler, depremler ve şimdi de yangınlar… Peki tüm bu afetler bize ne söylüyor? Tüm bu süreci nasıl okumalıyız? Ve anlamamız gerekenler nelerdir? Bunun için öncelikle bazı ayet-i kerimelerde geçen şiddetli uyarıları daha sonra ise Risale-i Nur külliyatının farklı yerlerinde geçen umumi musibetlerle ilgili meseleleri derledik.
1. Ayet-i Kerimeler
Hani Rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ Diye bildirmişti.” Yine Mûsâ, “Siz ve bütün yeryüzündekiler nankörlük etseniz dahi bilin ki Allah kimseye muhtaç değildir, övgüye lâyıktır” demişti. (İbrahim- 7-8)
Başınıza ne musibet gelirse, kendi elinizle işledikleriniz yüzündendir. Üstelik günahlarınızın birçoğunu da Allah affeder. (Şura, 30)
Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır. (İşte o zaman insanlar) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler).Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğretilmiş bir deli! dediler. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz. Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız. (Duhan, 10-16)
Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıklarla deneriz. Sen sabredenleri müjdele! Onlar öyle kimselerdir ki,, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır. (Bakara, 155-7)
2. Risale-i Nur'dan izahlar
‘‘Nimet ve Rahmet-i İlahiyenin fiyatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celbediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev’-i beşer, tam tokada kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak. (Emirdağ Lahikası, 1-32)
‘‘Madem bu zelzele musibeti, hataların neticesi ve keffaretü’z-zünubdur. Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah nasıl müsaade eder? Yine manevî canibden elcevab: Bu mes’ele sırr-ı kadere taalluk ettiği için, Risale-i Kader’e havale edip yalnız burada bu kadar denildi:
ﻭَﺍﺗَّﻘُﻮﺍ ﻓِﺘْﻨَﺔً ﻟﺎَ ﺗُﺼِﻴﺒَﻦَّ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻇَﻠَﻤُﻮﺍ ﻣِﻨْﻜُﻢْ ﺧَٓﺎﺻَّﺔً Yani: “Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar.” Şu âyetin sırrı şudur ki:
Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücahededir. İmtihan ve teklif iktiza ederler ki, hakikatlar perdeli kalıp, tâ müsabaka ve mücahede ile Ebubekirler a’lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebucehiller esfel-i safilîne girsinler. Eğer masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydılar, Ebucehiller aynen Ebubekirler gibi teslim olup, mücahede ile manevî terakki kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.
Madem mazlum, zalim ile beraber musibete düşmek, hikmet-i İlahîce lâzım geliyor. Acaba o bîçare mazlumların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?
Bu suale karşı cevaben denildi ki: O musibetteki gazab ve hiddet içinde onlara bir rahmet cilvesi var.Çünki o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede bir nevi şehadet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında ayn-ı gazab içinde bir rahmettir.’’ (Sözler – 172)
‘‘Bazı eşhasın (şahısların) hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir? Elcevab: Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle; ekser nâsın (insanların çoğunun) o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen (taraf tutarak) veya iltihaken (dahil olarak) taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i âmmeye (umumi musibete) sebebiyet verir. (Sözler – 172)
“Musibet olur her dem hıyanet (nankörlük) neticesi, mükâfatın sebebi.
Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı. Hangi ef’alinizle kazaya, hem kadere şöyle fetva verdirdiniz ki, kaza-i İlahî musibetle hükmetti, sizleri hırpaladı? Dedim: Beşerin dalalet-i fikrîsi, Nemrudane inadı, Firavunane gururu şişti şişti zeminde, yetişti semavata. Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate (yaratılış sırrına).Semavattan indirdi tufan, taun misali, şu harbin zelzelesi; gâvura yapıştırdı semavî bir silleyi. Demek ki şu musibet, bütün beşer musibetiydi, nev’en umuma şâmil. Bir müşterek sebebi; maddiyyunluktan (metaryalizmden) gelen dalalet-i fikrîydi (küfür fikri), hürriyet-i hayvanî (hayvani serbestlik), hevanın istibdadı (heveslerin baskınlığı)…Hissemizin sebebi; erkân-ı İslâmîde ihmal ve terkimizdi…’’ (Sözler-715)
İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil, ey aziz!)
Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı haliyle, “Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha ziyade faidemizi düşünür. Madem onun rızası yoktur, dönelim” diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla âsi ve dâll değilsin.
Kaderden sana atılan bir musibet taşına mâruz kaldığın zaman; 1 اِنَّا ِللهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ (Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156) söyle ve merci-i hakikîye dön, imana gel, mükedder olma. O seni senden daha ziyade düşünür. (Mesnevi-i Nuriye-120)
3. Anladıklarımız
Tüm bunlardan anladığımıza göre umumi musibetler birçok insanın dahil olduğu umumi hatalar ve günahlar sebebiyle başımıza geliyor. Zira ayet-i kerimede buyrulduğu üzere, başımıza her ne geliyorsa bu, kendi yaptığımız hatalar yüzündendir. Ve bu hataların en başında yine bir diğer ayet-i kerimede bahsolunan nimetlere karşı nankörlük yani şükürsüzlükte bulunmak geliyor.
Burada en çok dikkati çeken husus ise, birçok günahkarın umumi hataları yüzünden sebep olduğu musibetlerin o hatayı işlememiş olanları da içine alması. Bediüzzaman Hazretleri yukarıda bunun için iki sebep beyan ediyor: Birincisi, musibete sebebiyet veren günahların yalnız fiilen işlenmesi değil, kalben taraftar olarak o günahlara dahil olunması. Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyuruyor: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir.” ” (M177 Müslim, Îmân, 78) Demek ki şahit olduğumuz günahlara karşı nemelazımcılık yapmak Allah’ın razı olmadığı bir tavır. Önce elimizle yani bizzat müdahale etmekle onu yapamıyorsak dilimizle düzeltme gayreti göstermekle vazifeliyiz ama onu da yapamıyorsak en azından kalbimizle o günahlara buğz etmek ve onlardan memnun olmamak iman sahibi olduğumuzun en asgari göstergesi sayılıyor. Demek ki en asgarisi de yapılmadığı takdirde o hatalara kalben taraftar olmuş oluyor ve -Allah muhafaza- fiilen yapmamış olsak da günahlardan hissedar oluyoruz. İkinci sebep ise, İslam’ın rükünlerine karşı gösterdiğimiz ihmal ve terklerimiz. Bu lakaytlığımıza karşı da henüz dünyada iken Rahmani birer ihtar olarak bu musibetlerden pay almaya kendimizi müstehak ediyoruz.
Ancak yukarıda geçtiği üzere, musibetler her zaman hatalarımızın neticesi olsa da aynı zamanda mükafatın da sebebi. Çünkü, Cenab-ı Hak, mümin kullarına hatalarından dolayı isabet ettirdiği musibetler vesilesiyle, hem o musibetlere sebep olan geçmiş günahlarını siliyor hem de o musibetin içinde zayi olan mallarını sadaka, canlarını ise şehit hükmünde kabul ediyor. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Bir Müslüman’a herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.”(Buharî, Marda,1; Müslim, Bir, 52). Bir başka hadis-i şerifte de şöyle buyurulur: “Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)
Yani her durum ve şartta mümin kazançlıdır. Yeter ki Rahim olan Rabb’ine isyan etmesin. İsyan etse bile samimi bir tövbe ederse yine kazançlıdır. Kazançlı olmadığımız tek durum Allah’a olan imanımızdan uzaklaşmış olmaktır. Nitekim gerçek bela ve musibet işte budur. İman ve İslam nimeti için Allah’a hamd olsun.
0 Yorum