“Göklerin ve yerin egemenliği Allah’ındır.”
| Nur suresi, 42. Ayet
“Yaratmak da hükmetmek de Allah’a aittir.”
| Araf suresi, 54. Ayet
Öncelikle şunu bilelim ki kanun koyma hususu tevhidin rükunlarından biridir. Yani nasıl yaratıcılık da, medet umma konusunda Allah’a ortak koşulmaması gerekirse, bu konuda da ortak koşulmaması gerekir.
Şimdi farkları madde madde inceleyelim:
1) Beşerî Sistem, Kanun Koyma Yetkisini İnsana Verir
Oysa İslam’da, Allah’tan başkası yasak-serbest/haram helal belirleme yetkisine, kanun koyma otoritesine sahip değildir. Aksine, bu inanç bir şirktir.
“Hüküm yalnızca Allah’ındır: o sadece kendisine ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf suresi, 40)
“O, hükmünde hiç kimseyi ortak etmez.” (Kehf suresi, 26)
Allah’ın hükümlerinin üzerine hiç kimse hüküm koyma hakkına sahip değildir.
“Onlar, hahamlarını, din adamlarını Meryem oğlu Mesihi rabbler edindiler.” (Tevbe suresi, 31)
Bu ayeti duyan, önceden Hristiyan olup yeni Müslüman olan sahabe Adiy bin Hatim,
“Ya resulullah onlar din adamlarına tapmıyorlardı?” diye sorunca, Resulullah (aleyhisselatu vesselam):
–Onlar Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram yapıyorlarsa, o kişiler de onlara itaat ediyorsa, bu itaat ibadettir.” buyurmuştur. (Muslim)
2) Beşerî Sistem, Sosyal İdarede Dini Bir Kriter Görmez
Oysa İslam’da nasıl yaratmak Allah’ın hakkı ise, gezegenlere galaksilere yörünge ve gidişat hudutu veren Allah ise, her hücrenin bir çalışma methodunu kuran Allah ise,
Sokaklara nasıl hükmedileceğini de belirleyen Allah’tır..
Örneğin, zinanın Allah’ın kanun kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de yasak olduğunu hatırlayalım. Bir kişi çıkıp da derse ki, “benim toprak parçamda zina serbesttir, bunu belirleyen insanlardır” bu kişi kendini ilah ilan etmiş olur. Aynı şekilde, “bence hırsızlığa en iyi ceza, birkaç yıl hapistir” derse, kendi hükmünü, Allah’ın hükmünün önüne geçirmiş olur.
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
“Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide suresi, 44-45-47)
İbn Abbas r.a, sadece hevasına tabi olup ülkesini adaletsizce yöneten yöneticilerin ‘küfür’ sıfatından müstesna olduğunu ama açıkça haram olan bi konuyu helal yapmayı/serbest kılmayı, üç sıfata dahil olmak kabul etmiştir. Mezhep İmamlarının, alimlerin de görüşü budur.
3) Beşerî Sistem, Çoğunluğun Kararını Mutlak Doğru Kabul Eder
Oysa çoğunluk da yanılabilir. İslam’da ölçüt çoğunluk değil, Allah’ın emir ve yasaklarıdır:
“İnsanların çoğu kâfirdir.” (Nahl suresi, 83)
“İnsanların çoğu yoldan çıkmıştır .” (Mâide suresi, 49)
“İnsanların çoğu muşriktir .” (Rûm suresi, 42)
“İnsanların çoğu inkarcıdır.” (İsrâ suresi, 89)
Bütün dünya bir araya gelse de, Allah’ın bir hükmünü değiştirmeyi ve halkı öyle yönetmeyi meşru göremez ve gösteremez.
Yoksa bu noktada halk, Allah’ın kanun koyma makamını eline geçirmeye çalışan bir şirk inanca sahip olmuş olur.
4) Beşerî Sistemde Kanunlar Zamanla Değişir, İslam'da Allah'ın Kanunları Değiştirilemez
“Allah ve resulü bir işte hüküm verdiği zaman, inanmış kadın ve erkeğe o işi kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur.” (Ahzab suresi, 36)
Yani, haram helaller üzerinde herhangi bir müdahale hakkımız yoktur.
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne çağırıldıkları zaman, mü’minlerin sözü ancak: ‘İşittik ve itâat ettik!” demeleridir.” (Nur suresi, 51)
Üzerine tartışmak şöyle yana dursun, ‘işittik ve itaat ettik’ dememiz gerekir.
Eğer kanun koyma hususunda hakimiyet sadece Allah’a ait olmasaydı, günümüzdeki gibi, sürekli gündemde politik tartışmalar ve kendini hak ile değil sadece çoğunluğuna, malına ve makamına göre büyütmüş insanlar sosyal hayatı ifsad ederdi.
5) Beşerî Sistem ile Şura Aynı Mıdır?
Evet, günümüzde çokları, “Onların işleri danışma iledir..” (Şura suresi, 10) ayetini delil göstererek, Kur’an’da demokrasi olduğunu söylerler.
Oysa beşerî sistem, ‘her konuyu’ insanın tartışmasına açabilirken, İslam’da, Allah’ın açıkça haram helal/yasak serbest belirttiği bir konu istişareye/görüşmeye ve tartışmaya açık değildir.
“Allah yaptığından sorulmaz, onlar ise yaptıklarından hesaba çekilecektir.” (Enbiya suresi, 23)
“Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” (Bakara suresi, 40)
Şura, kendisi hakkında Allah’ın haram koymadığı bir konuda olur. Savaş taktikleri, çağın getirdiği teknolojileri kullanma ölçütü, şerri devletin ilerlemesini sağlayacak kararlar gibi kişilerin ‘içtihadına’ kalmış meselelerdedir.
Örneğin trafik kuralları buna örnek gösterilebilir. Kur’an ve sünnette trafik kuralları koymanın yasak olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Bu kuralları geliştirmek amacı ile istişareler yapılabilir.
Fakat, örnek olarak banka açma ve ekonomiyi faiz ile yürütme gibi konular haram olduğu için, istişaresi de edilemez.
6) Tüm Beşerî Sistem Kitapları, İlahi Kitaplar Gibi Hareket Eder
Değişmez maddeleri, kutsalları, sınırları ve hudutları aşıldığında belirlediği cezaları vardır. İslam’da da, eğer bir kişi Allah’a itaat eder ve hudutlarından çıkmaz ise bu dünyada lütuflara mazhar olduğu gibi cennetle ödüllendirilirken, aksi ceza ve cehennem şeklinde olur.
Anayasaların da, kendisine uyana/yürütene teşvik primleri, maaşları, terfileri, kendisine aykırı hareket edenlere karşı ise kurduğu ceza hukuku vardır.
Zaten beşerî sistemlerin hepsi, insanların dine olan ihtiyaçlarını azaltmak ve sosyal hayattan Allah’ın kanunlarını çıkarmak için alternatif din haline gelmişlerdir.
7) E Ne Yapacağız?
Bir Müslüman olarak asla bu sistemlerden razı olmayıp, bu tip ideolojilere destekten kaçınacağız, hiçbir faaliyetine katılmayacak. Elimizden birkaç dünyalık hak gider korkusu ile de, Allah’ın yasama hakkının gasp edilmesine göz yummayacağız.
İyi niyetle olduğumuzu iddia etsek bile, bu bahaneyi kalkan etmeyeceğiz. Unutmayalım ki Mekke müşrikleri de şirklerinde Allah’ı bulma amacını taşıdıklarını söylüyorlardı:
“Biz onları bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ilahlaştırıyoruz, derler.” (Zümer suresi, 3)
-Azınlık olmak, yanlış olmak anlamına gelmez…
“İbrahim, tek başına bir ümmetti.” (Nahl suresi, 42)
“İslam garib başladı, tine garib hale dönecektir. Müjdeler olsun o (azınlık) gariblere!” (Muslim)
İslam için yapılacak şey, yine İslam’a uygun olmalıdır. İslam için İslam’dan vazgeçilmez.
Unutmayalım ki Resulullah (aleyhisselatu vesselam) ve ashabı Mekke’de işkencelere maruz kaldı, kapıları işaretlendi, aç bırakıldılar, yurtlarından atıldılar yine de şirkin bir çeşidine bulaşmadılar.
“Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz bu davadan vazgeçmem” diyen bir resulün ümmetiyiz. Bu davanın bir harfinden eksiklik göstermeyen peygamberin, getirdiği dinin esası olan tevhidden nasıl taviz verelim?
Kafirlerle ve fasıklarla mücadeledeki tevhidi hareket methodunu öğreneceğiz…
“Parça parça kesilsen de, yakılsan da Allah’a ortak koşma ve farz olan namazı bile bile terk etme.” (Taberani)
Unutmayalım ki, tevhidin inceliklerine dair bi meseleyi araştırmayı ertelemek caiz değildir.
Ne yani oy kullanmak şirkmi diyorsunuz
Öyle açık bir ifade geçmemiş ama oy kullanmaktaki niyetinize bağlı olarak değişir. Niyetimiz ne olursa olsun Müslümanlar olarak yalnızca Allah’ın sisteminden razı olmalıyız ve nihai amacımız da yeryüzünde fitnenin kalmayıp Allah’ın dininin hakim olması olmalıdır. Bu hedefimize ulaşmak için kullanacağımız yöntem değişiklik gösterebilir ama yöntemlerin de en sıhhatlisi elbette Allah Rasulü’nün yolu ve yöntemidir.
Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide, 5/44) ayetini açıklar mısınız?

İslam’ın sosyal hayata bakan yönlerini yanlış değerlendiren bazı kişiler, o yüce dinin bir kısım hüküm ve meselelerine sathi olarak baktıklarından hataya düşmekten kendilerini alamıyorlar. Açmış oldukları bu yanlış çığıra başkalarını da sürüklediklerinden hata genişliyor, neticede zihinlerin karışmasına sebep oluyorlar. İşte bu meselelerden birisi de
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”(l)
mealindeki ayet-i kerimeden çıkarılan hükümdür. Bu ayetin mealinden hareket edenler, İlahi hükümleri tatbik etmeyen kişilerin “kâfir” olduklarını, dolayısıyla bunların Müslüman sayılmayacağını söylemektedirler.
Gariptir ki, bu ayet-i kerime İslam’ın ilk yıllarında da tartışmaya konu teşkil etmiş, Hariciye ve İbadiye gibi sapık mezhepler, günah işleyen Müslümanları küfürle itham etmişlerdir. Hatta Hariciler bu ayete dayanarak “Hakem Hadisesinden” dolayı Hz. Ali’yi tekfir etme cüretini bile göstermişlerdir. Halbuki ümmetin cumhuru, imam ve müçtehidleri, onların bu iddialarını çürütmüş ve bir Müslümanın günah işlemesiyle kâfir olmayacağını açıklamışlardır.(2)
Bu ayetin tefsirinde “Camiu’l-Beyan” isimli 30 ciltlik tefsirin müellifi İmam Cerir et-Taberi, ayette geçen “küfr”ün İslam’dan çıkma manasında değil, Allah’ın nimetini inkâr, yani nankörlük manasında” olduğunu ve bid’at ehli olan İbadiye grubunun bu ayeti, yönetimi elinde bulunduranların küfrüne delil gösterdiklerini izah eder ve ibni Abbas’tan (r.a.) şöyle bir rivayette bulunur:
“Kasden inkâr ederek Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyen kimseler kâfirlerdir. (Allah’ın hükümlerini) Kabul ettiği hâlde onunla hükmetmezse zalim veya fasık olur.”
Nitekim, hemen bundan sonraki ayetlerde Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenlerin zalim ve fasıklar olduğuna dikkat çekilmektedir. Aynı rivayeti İbni Abbas’tan (r.a.) İmam Nesefi de nakletmektedir. İmam Fahrüddin Razi de 32 ciltlik “Tefsir-i Kebir” isimli eserinde bu ayetin tefsirini yapmakta, Haricilerin bu husustaki görüşlerinin yanlış olduğuna işaret ederek şöyle demektedir:
“Bir kimse Allah’ın hükümleriyle hükmetmezse dahi, kalbiyle o hükümlerin doğruluğuna inanırsa kâfir olmaz. Zira küfür, hak olan hükümleri kalbiyle inkâr ve lisanıyla reddetmektir . Fasık, kalbiyle tasdik ettiği için mü’mindir. İmanla beraber Allah’ın hükümlerinin aksi ile hüküm vermek diğer günahlar kabilindendir. En doğru olan görüş budur.” (3)
Kadı Beyzavi ise Allah’ın hükümlerini inkâr edip onlara hakaret edenlerin kâfir olacaklarını açıklamaktadır.(4) İbni Kesir, bu ayetin Yahudiler hakkında nazil olduğunu ifade ederken,(5) Osmanlı devletinin şeyhülislamlarından olan Ebu’s-Suud Efendi, ayette geçen hükmetmemeyi inkâr manasında almakta ve “Allah’ın hükümlerini hakir ve basit görerek inkâr eden kimse, kim olursa olsun dinden çıkar.” demektedir.(6) Diğer çağdaş müfessirler de ayette geçen “hükmetmeyenler” ifadesinin, “inkâr edenler,” yani “tasdik etmeyenler” manasına geldiğini söylemektedirler.
Konyalı Vehbi Efendi: “Eğer ayetten maksat bu olmasa Kur’an’ın hilafında bir şey irtikap edenlerin (işleyenlerin) kâfir olmaları lazım gelirdi. Halbuki, hak olduğuna imanla beraber hilafını irtikap küfür değildir ve olamaz.” der. “Çünkü, bilumum günahlar Kur’an’ın hilafıdır. Günahtan hali (hiç günahı olmayan) bir fert tasavvur olunamaz. Eğer her günahı irtikap eden kâfir olsa, alemde mü’min bulunmamak gerektir.”(7)
Vehbi Efendi, Ebu’s-Suud Efendiye ve Fethul Beyan’a atıfta bulunarak, “Allah’ın inzal ettiği ahkamla [Allah’ın indirdiği hükümlerle] hükmetmemek” hususunda, “istihfaf veya istihlal veya inkâr tarıklariyle (bu hükümleri küçük görmek yahut helal saymak veya inkâr etmek suretiyle) hilafında hükmün (İlahi hükümlerin aksine hüküm vermenin) küfür olduğunu, ancak bu ahkamın (Allah’ın indirdiği hükümlerin) hak olduğunu tasdik ve ikrarla beraber hilafında hükmün küfür olmadığını” belirtir.(8)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ayetteki “hükmetmeme”nin, “Onun hakimiyetini tanımamak” durumunda küfre gireceğine işaret eder.(9) Ömer Nasuhi Bilmen de şu izahı getirir:
“Bir kimse hükm-ü İlahiyi kalben kabul etmez, onu bile bile lisanen inkâr ederse o takdirde kâfir olur. Fakat onu kalben tasdik ettiği hâlde terk eylerse kâfir olmaz, günahkâr olur.”(10)
Bilmen, büyük İslam alimi İkrime’den de şu iktibası yapar:
“Her kim Allah Teala’nın hükmettiği ile, onu bilerek inkâr ettiği hâlde hükmetmezse kâfir olur. Fakat her kim onu ikrar ettiği hâlde onunla hükmetmezse, o fasıktır, zalimdir, yoksa kâfir değildir.” (11)
Görüldüğü gibi, bütün müfessirler ayetin tefsirinde görüş birliği içindedir. Hepsi, bir kimse Allah’ın hükümlerini inkâr etmediği, onlara hakarette bulunmadığı müddetçe kâfir olmayacağı görüşündedir. Nitekim, Bediüzzaman da Münazarat isimli eserinde, bazı kimselerin Kanun-u Esasiyi ve hürriyetin ilanından dolayı idarecileri tekfir ettiklerini belirtmekte ve onların “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler” ifadesinin “Allah’ın hükmünü tasdik etmeyenler” manasında olduğunu bilmediklerini beyan etmektedir.(12)
O hâlde, mü’min olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat görüşüne sımsıkı sarılmamız, bid’at ehline iltifat etmememiz gerekir. Büyük imam ve müçtehidlerin tefsir ve izahlarına dikkat edip onlardan istifade etmemiz şarttır. Her hususta olduğu gibi, tekfir meselesinde de bu imamların görüşlerini esas almalıyız. İmam Suyuti’nin “Tekfire yeltenmek, kendini beğenen cahil kişilerin işidir.” ikazını da unutmamalıyız.(13)
Kaynaklar:
1. Maide Sûresi, 44.
2. et-Tefsirû’l-Kebir
3. et-Tefsirü’l-Kebir, 12:6
4. Tefsir-i Beydavi, 2:295
5. İbni Kesir, 2:61.
6. Tefsir-i Ebu’s-Suûd, 3:42.
7. Hülasatü’l-Beyan,3:1231.
8. a g. e.
9. Hak Dini Kur’an Dili, 3:1690.
10. Kur’an-ı Kerimin Türkçe MeaH Alisi ve Tefsiri, 2:772.
11. a. g. e.
12. Münazarat, s. 69.
13. İ’cazü’l-Kur’an, 3:5/7.