Tarihte birçok savaşa baktığımızda bu savaşların genellikle iki sebepten ötürü ortaya çıktığını görürüz. Birincisi hakimiyet hırsı, ikincisi din. Hakimiyet için ortaya çıkmış savaşların ise büyük çoğunluğunun kavimler arası çıkan savaşlar olduğunu biliyoruz. Yani, güç, kudret, iktidar, mal, toprak gibi unsurların yanı sıra, yalnızca ve yalnızca asabiyet yani ırkçılıktan ötürü birçok savaşın meydana geldiğine tarih tanıklık ediyor. Peki biz Müslümanlar için ırkçılık doğru mudur, bir ırkın bir ırka üstünlüğü var mıdır? 4 madde ile açıkladık;
1- Bu sorunun cevabını almak için önce Cenab-ı Hak mealen ne buyurmuş dinleyelim;
“Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık… Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız… Allah katında en şerefliniz O’ndan en çok korkanınızdır.”(Hucurat, 49/13)
Ayet-i kerime mealinde açıkça yer aldığı gibi, Allah’ın bizleri millet millet ve kabile kabile ayırmasındaki maksadı bizim birbirimizle tanışıp kaynaşmamız. Yoksa birimizin birimize üstün olması ya da kavga etmesi değil. Zira ayetin devamında Cenab-ı Hak, O’nun katında en şereflimizin O’ndan en çok korkanımız olduğunu buyuruyor. Yani, insanı Allah katında şerefli kılan, mensubu bulunduğu kabile, millet değil, ancak ve ancak O’na karşı olan korkusu. En şerefli olanımız da O’ndan en çok korkanımız.
2- Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de bu mevzu için şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.”
Bir başka hadis-i şeriflerinde, sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur;
“Ey Ebû Zer! Bilal’i siyahi annesinden dolayı mı küçümsüyor ve ayıplıyorsun? Demek ki sen, kendisinde hâlâ cahiliyeden kalıntı bulunan bir kimsesin.” (Müslim, Eymân, 38)
“Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir: Kaderiye (‘kişi kendi fiilinin yaratıcısıdır’ cümlesinde ifadesini bulan, kaderi inkâr dâvâsı). Unsuruyet dâvâsı (ırkçılık) ve dinî meselelerde gevşeklik etmek.” (Taberanî, Mu’cemüs Sağir, 158)
“Asabiyet dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir.” (Ebu Davut, Edeb, 121)
“Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre kapılırsa, cahiliye ölümü üzere ölür.” (İbni Mace, Fiten, 7)
Bu hadis-i şeriflerde bahsedilen “asabiyet davası ve kavmiyetçilik” tam olarak nedir diye sorduğumuzda ise cevabı yine Resulullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in başka bir hadis-i şerifinde buluyoruz;
“Irkçılık, zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır.” (Ebû Dâvud, Edeb, 111)
Evet hadis-i şeriflerde bahsi geçtiği üzere, ırkçılık hesabına yani zalim de olsa kendi kavmine arka çıkma iddiası uğruna mücadele etmek dinimizce kesinlikle doğru olmadığı gibi bu uğurda ölmenin de iman üzerine değil cahiliye üzerine bir ölüm olacağı açıkça anlaşılıyor. Hatta, müminler bu uğurda savaşmaktan ziyade, zulmeden hiç kimseye (bunu yapan kendi ırkından dahi olsa) en ufak bir temayül dahi göstermemelidir. Zira Rabb’imiz mealan şöyle buyuruyor;
“Zulmedenlere de meyletmeyin! Yoksa ateş size dokunur! Hem sizin, Allah’dan başka hiçbir dostunuz yoktur; sonra size yardım edilmez.” (Hud, 113)
3- Cenab-ı Hak bizleri İslam’la ve İslam kardeşliği ile şereflendirmiş.
“Mü’minler ancak kardeştirler; öyle ise o iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah’dan sakının ki merhamet olunasınız!” (Hucurat, 10)
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size âyetlerini işte böyle açıklar.” (Al-i İmrân, 3/103)
ayetlerinde buyrulduğu gibi, biz müminler birbirimizle ancak kardeşiz. Değil ırkçılık uğruna mücadele etmek, dövüşmek, sövmek, alaya almak; bizler iki mümin kardeşimizin arasını düzeltmekle, ve hepimiz Allah’ın ipine sımsıkı yapışmakla mükellefiz. Aynı zamanda;
“Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz” (Buhârî, imân, 7)
hadisinde Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, bu kardeşliğimizin esasen hangi boyutta olması gerektiğini açıkça belirtiyor.
4- Peki bir Müslüman olarak milliyet ve ırkımıza dair fikrimiz nasıl olmalı diye sorarsak;
Bunun için öncelikle ırkçılık ve vatan sevgisi arasında bir ayrım yapmalıyız. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin söylediği gibi, iki çeşit milliyet fikri var. Müsbet (olumlu) ve menfi (olumsuz) milliyet fikri.
“Menfi milliyet, şeametli (uğursuz), zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle (düşmanlıkla) devam eder, müteyakkız (uyanık) davranır. Şu ise, muhasamet (düşmanlık) ve keşmekeşe sebeptir. Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin (sosyal hayatın) ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor. Teâvüne, tesanüde (yardımlaşmaya) sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi (İslam kardeşliğini) daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim (hizmetçi) olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli.” (Mektubat)
Yani, bizlerin sahip olması gereken, ırkçılığın kaynağı olan menfi milliyet fikri değil, İslam kardeşliğimizi sağlamlaştırmaya vasıta olacak, sosyal hayatımızı dengede tutup bizi yardımlaşmaya teşvik edecek olumlu milliyet fikri olmalı. Kendi milletinden olmayana düşman nazarıyla bakıp, kendinden olanı zulmetse dahi savunan bir anlayış kuşkusuz ki bu menfi anlayışın bir ürünü. Biz Müslümanlar ise mensubu bulunduğumuz ırkları da Rabb’imiz adına sevmeli,onları ayet-i kerimede buyrulduğu gibi başka kavimlerle tanışıp kaynaşmak için bir vesile telakki etmeliyiz. Zira bilmeliyiz ki, bizlerin hakiki ve ebedi milliyeti ancak İslam milletidir.
0 Yorum