Hiç şüphe yok ki dua, Allah’ın şefkatinin kapısını çalmaktır. Şefkat-i İlahiyeye olan ihtiyacını ve o merhametin hakikatini derk etmek ise yine şüphe yoktur ki kulluğun ruhudur. Dua, kulluğun özüdür ve çekirdeğidir. Duasız kul olunmayacağı içindir ki bizi kendine kulluk üzere yaratan Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!”(Furkan Sûresi 77)
Bizden dua etmemizi isteyen Rabbimiz şefkatinin kapısını nasıl çalacağımızın edebini, adabını ve usullerini de öğretmiştir. A’râf Sûresi 180. Ayet-i kerimede buyruluyor ki: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin.”
Bir diğer öğretişi ise bize rehber ve muallim olarak gönderdiği Resul-i Ekrem iledir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: “Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur.”(Tirmizî, Daavat,1; İbn-i Mâce, Dua, 1) Ve yine buyurmuştur ki: “Dua ibadetin ta kendisidir. ” (Tirmizî, el-Bakara Sûresi Tefsiri, 16)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Allah-u Teala’nın “Kullarım sana beni sorunca, haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım. Bana dua edenin duasına cevap veririm. “(Bakara Sûresi 186) emrine uymuş ve hayatının her anında bize rehberlik edecek dualar öğretmiştir, öyle ki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem her anında Allah’ı hatırlamayı ümmetine sünnet olarak bırakmıştır.
Dua ederken seslerini aşırı şekilde yükseltenleri gören Rasûlullah, şöyle buyurmuştu: “Ey insanlar! Kendinize gelin. Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak her şeyi işiten ve çok yakın bulunan birine dua ediyorsunuz. Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır.”(Buhârî, Cihad, 131; Daavât, 51; Tevhid 9; Ebû Dâvûd, Vitr, 26; İbn Hanbel, IV, 394, 402, 418; Müslim, Sahih IV, 2076)
Allah-u Teâlâ bize dua etmenin edebini öğreten bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“Rabbınıza gönülden ve gizlice yalvarın. Doğrusu o, aşırı gidenleri sevmez. “(A’râf Sûresi 55)
Resul-i Ekrem öyle dua ederdi ki, sanki bütün kainatın kulluğunu temsil etmenin şuuruna varıp her mevcudatın adına Rabbine çağırırdı; adeta onun duasına bütün mevcudat aşka gelip “amin ya Rabbena!” derdi. O sallallahu aleyhi ve sellem dua ederken kimden ne istediğinin farkında olduğundandır ki, rahmet-i İlahiyeye hazînane, mahbubane, müştakane ve tertemiz bir edeple yalvarırdı.
Dua eden bir kul kiminle iletişim kurduğunu bilseydi elbette daha şuurlu bir halde ister ve edeple hareket ederdi. Bunun için sizlere Allah’ın duaya icabetine dair bazı esmalarını derledik.
1. Er - Rahman
Yarattıklarına merhamet eden, acıyan ve şefkat gösteren manasındadır. Allah Rahim’dir; rahmetiyle bütün âlemleri kuşatmıştır.
Merhametiyle şu âlemi yoktan icat etmiş, her bir varlığa kendine mahsus bir elbise giydirmiş, her birini farklı şekillerde terbiye etmiş, onlara vazifelerini öğretmiş, onları hayatlarını devam ettirebilmeleri için lazım olan cihazlarla donatmış, maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle karşılamıştır.
“İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O’dur. Övülmeye layık olan gerçek dost O’dur.”(Şura Sûresi 28)
2. El - Halık
Yoktan var eden ve yaratan demektir. Halık ismi alemde en çok tecelli eden isimlerden biridir. Zira yokluk karanlıklarından varlık alemine çıkan bütün mahluklarda ‘Halık’ ismi tecelli eder. Mevcudata baktığımızda görüyoruz ki, eşya ve bilhassa hayat sahibi olanlar, birdenbire ve çok kısa bir zamanda vücuda geliyorlar. Mesela saniyede 4 insan ve günde yaklaşık 350.000 insan yaratılıyor. Her birine göz, kulak, dil gibi onlarca cihaz takılıyor. Bir insanın vücudunda saniyede 50 milyon hücre ölürken yerine 50 milyon hücre yaratılıyor.
Ve insanın yaratıldığı o saniyede mikroplardan, bakterilerden, karıncalardan, sineklerden, böceklerden tutun kuşlara, balıklara ve diğer canlılara kadar hadsiz fertler, aynı o saniyede yaratılıyor.
Halbuki çabuk olan, ani bir surette yaratılan ve basit bir maddeden oluşan şeyler, gayet basit, şekilsiz ve sanatsız olması lazım gelirken, görüyoruz ki, yaratılan her şey güzel bir sanatla, nakışlarla süslenmiş bir tarzda ve mükemmel bir şekilde yaratılıyor. İşte bu yaratılış Allah’ın Halık isminin kemalini bizlere gösteriyor.
“Şanım hakkı için biz insanı çamurdan, süzülmüş bir hülasadan yarattık. Sonra onu sağlam bir yerde bir nutfe olarak yerleştirdik. Sonra o nutfeyi bir alaka olarak yarattık, sonra o alakayı bir mudga olarak yarattık, sonra bu mudgayı bir takım kemikler halinde yarattık, sonra bu kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla insan olarak meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.”(Mu’minun Sûresi 12-14)
3. El - Alim
Bilen demektir. Allah alimdir. İlmi, ezeli ve ebedi olup bütün kâinatı ve her şeyi kuşatmıştır. Hiçbir şey onun ilminin dışında kalamaz. Perdesiz güneşe karşı zemin yüzündeki eşyanın gizlenmesi mümkün olmadığı gibi, o Alim-i zü-l Celalin nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi de mümkün değildir. Çünkü her şey şuhud dairesindedir, her şeye nüfuzu vardır.
Allah: gaybların âlimidir, ilmi her şeyi kuşatandır, en gizli ve en bilinmez sırları bilendir, ilmi geçmiş ve gelecek her şeyi ihata edendir. O; dağların ağırlıklarını, denizlerin ölçüsünü, yağmur damlalarının adetini, ağaçların yapraklarının sayısını, gecenin kararttığı ve gündüzün aydınlattığı her şeyin adetini bilendir.
Bütün hayat sahiplerinin, muhtaç oldukları rızıkları layık bir tarzda, münasip bir vakitte ve umulmadık bir yerden vermek, ancak her şeyi kuşatan bir ilim ile olur. Çünkü rızkı gönderen, rızka muhtaç olanları bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyacını görecek ki ancak ondan sonra rızkını layık bir tarzda verebilir. Mesela yavruları süt ile besleyen, zeminin suya muhtaç bitkilerine yağmur ile yardım eden, elbette o yavruları tanır, ihtiyaçlarını bilir, o bitkileri görür ve yağmurun onlara lüzumunu bilir ve sonra gönderir. O halde rızkı mükemmel olarak verilen her bir mahlûk Cenab-ı Hakkın ilim sıfatına şehadet etmektedir.
Eşyaya ayrı ayrı muntazam ve hikmetli suretler vermek ancak bir ilm-i muhit ile mümkündür. Bu meselenin hadsiz misallerinden sadece deveye bakalım:
Devenin hörgücü depo gibidir. Günlerce bu depodaki rızık ile idare edebilir. Üç hafta su içmeden yaşayabilir. Ayakları geniştir. Kumda batmadan koşabilir.
Göz kapaklarındaki kirpikler ağ gibidir. En şiddetli kum fırtınalarında bile gözleri kum ile dolmaz.
Burnu öyle bir şekilde yaratılmıştır ki, en korkunç fırtınalarda bile rahatça nefes alabilir.
Üst dudağı yarıktır. Bu da dikenli çöl bitkilerini kolayca yemesini sağlar.
Uzun boynu yerden 3 metre yükseklikteki yaprakları bile yemesine imkân tanır.
Dizler, bir boynuz kadar sert ve kalın bir zardan oluşan nasırla kaplıdır. Bu nasırlar hayvan kumlara yattığında onu aşırı sıcak olan zeminden ve yaralanmalardan korur.
Kalın kürkü sayesinde yazın (+) 50 dereceye varan sıcağına, kışın ise (-) 50 dereceye kadar ulaşan soğuğuna dayanabilir. Ve daha bunlar gibi birçok özellik…
Görüldüğü gibi deveye en hikmetli özellikler verilmiştir. Hadsiz imkânlar içinde en güzel sureti, en mükemmel vücudu, en layık sıfatları vermek ise ancak bir ilm-i muhit ile olabilir.
Şimdi filleri, balıkları, kuşları, böcekleri, bitkileri ve diğer mahlûkatı deveye kıyas edin ve Allahın nihayetsiz ilmini bir derece tefekkür edin.
Kainattaki mizan ve denge Allah’ın alim ismine işaret eder. Çünkü ölçü ve denge ile yaratmak ancak ilim ile olur.
“O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar onun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara Sûresi 255)
4. Es - Semi'
İşiten demektir. Cenab-ı Hak Semi’dir. Her sesi işitir ve duyar. En kısık sesler ve en gizli fısıltılar dahi O’nun işitmesinden hariç kalamaz. Hiçbir şey işitmesine perde olamaz.
O’dur bir tohumun kabiliyet lisanıyla çiçek olmak için yaptığı duayı işiten ve onu çiçek yaparak duasına icabet eden.
O dur bir kelebeğin ihtiyaç lisanıyla kanat için yaptığı duayı işiten ve ona kanat takarak duasına icabet eden.
O dur kurumaya yüz tutan bir yaprağın ızdırar lisanıyla su için yaptığı duayı işiten ve bulutlar ordusuyla duasına icabet eden.
O dur kalpten geçen en gizli bir sesten tutun karanlıktaki bir karıncanın ayak sesine kadar her şeyi işiten ve duyan.
Cenab-ı Hak bütün kemal sıfatlarla sıfatlanmış olup bütün kusur ve noksanlıklardan münezzehtir. İşitmemek ve duymamak ise bir kusur ve noksanlıktır. Cenab-ı Hak bu kusurdan beridir, yani Semi’dir. Semi sıfatı Cenab-ı Hakk’ın zati bir sıfatı olup bu sıfatın hakiki mahiyetini idrak etmemiz mümkün değildir. Bu sıfatın azametini şu misalle bir derece anlayabiliriz:
Acaba aynı anda kaç kişinin sesini işitip anlayabilirsiniz? İki kişi mi? Üç mü? Yoksa dört mü? Bir insan aynı anda kaç kişinin sesini işitip anlayabilir? Evet, iki kişiyi bile aynı anda dinleyip sözlerini anlamak insan için mümkün değildir.
Şimdi de Allah-u Teâlâ’nın işitme sıfatındaki azamete bakın… Bu kâinat galaksilerin hareketlerinden sineklerin vızıltısına, rüzgârların terennümatından bulutların naralarına, denizlerin dalgalarından yağmurların nağmelerine kadar türlü türlü seslerle ve çeşit çeşit nağmelerle dolu ilahi bir musiki dairesidir.
İşte Cenab-ı Hak aynı anda bütün bu sesleri işitir. Denizlerin dibindeki balıklardan tutun semadaki yıldızlara kadar, zerreden şemse, insanlardan meleklere kadar, nihayetsiz varlıkların sesini aynı anda duyar. Hiçbir ses diğerine mâni olmaz. Hatta sadece sesleri değil, kalplerden geçenleri dahi işitir. Elbette böyle bir işitmeyi akıllarımızın idrak etmesi mümkün değildir.
“Kullarım sana benden soruyorlar. Muhakkak ki ben çok yakınımdır. Bana dua edince, dua edenin duasına icabet ederim.”(Bakara Sûresi 186)
“(Musa ile Harun) “Rabbimiz! Onun bize kötülük yapmasından veya azgınlığını artırmasından korkarız.” dediler. Allah buyurdu ki: “Korkmayın, zira ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm.” (Taha Sûresi 45-46)
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işitir ve bilir.”(Fussilet Sûresi 36)
“Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bilendir.” (Mücadele Sûresi 1)
5. El - Basir
Her şeyi gören demektir. Evet, Allah Basir’dir. Her şeyi görür. Hiçbir şey ondan gizlenemez ve saklanamaz. Bütün eşya her an O’nun şuhud dairesindedir.
Mahlûkların intizamlı ve sanatlı vücutları, rızıkların yaratılması ve ihtiyaç sahiplerine vakt-i münasipte yetiştirilmesi ve şu âlemdeki intizam, Cenab-ı Hakk’ın Basir olduğuna şehadet ettikleri gibi, varlıkların nakış nakış dokunması, birbirleriyle hikmetli münasebetleri, yaratılışlarındaki kolaylık ve suretlerinin farklılığı gibi daha birçok cihetler yine Cenab-ı Hakk’ın Basir olduğuna şehadet etmektedir.
“Hangi işi yaparsanız yapın, Kur’ân’dan ne okursanız okuyun, ne işte çalışırsanız çalışın, unutmayın ki, siz ona dalıp gitmişken biz sizin üzerinizde şahidiz. Ne yerde ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinden saklanamaz.”(Yunus Sûresi 61)
“İnkâr edenler: “Bize o kıyamet saati gelmez.” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbim hakkı için kıyamet size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar bir şey ondan gizlenemez. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.” (Sebe Sûresi 3)
“Göklerde ve yerde olanları Allah’ın bildiğini görmüyor musunuz? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlak O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah her şeyi bilendir.” (Mücadele Sûresi 7)
6. El - Hakim
Hüküm ve hikmet sahibi. Her şeyi olduğu gibi bilen. Gerekeni en güzel ve en faydalı şekilde yapan.
“…En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Haşr Sûresi, 59/24)
Şu görünen varlık âlemine, kitab-ı âlem denildiği gibi, ilâhî fermanın bir ismi de Kur’ân-ı Hakîm’dir. Kur’ân’ın bütün emir ve yasaklarının insanın faydasına olduğunun en açık bir delili, şu kâinat kitabının ilim ve hikmetle âdeta kaynaşmasıdır.
Her bir fen, bu âlem kitabındaki sonsuz hikmetlerin sadece bir yönünü açıklamaya çalışır. Bitkilerden, hayvanlara, denizlere, yer altına ve yıldızlara kadar her âlem, ayrı bir ilim dalının konusu olmuş ve her biri hakkında yüzlerce, binlerce kitap yazılmıştır. Alemin bir küçük misali olan insanın derisi, iç organları, kalbi, gözü, kulağı ayrı birer ilim dalının inceleme konusudur.
Şu âlemde, her şeyin nice hikmetlerle dolu olduğunu gören insanoğlu, kendisini gayesiz, faydasız kabul edemez. Boş şeylerle uğraşıp ömrünü zayi edemez.
Ruhun hanesi olan beden, bu kadar hikmetli yapıldığına göre, o hanede tasarruf eden ruh nasıl hikmetsiz olabilir!?..
İnsan ruhunun ve kalbinin de hikmetli bir yol tutmaları, ancak Kur’ân-ı Hakîm’e uymalarıyla mümkündür.
Hakîm isminden gerekli dersi alan bir mü’min, her şeyi hikmetle yapan ve insanın ruhunda ve bedeninde nice hikmet cilveleri sergileyen Rabbinin hikmetine uygun hareket etmeye gayret gösterecek, faydalı işler yapacak, boş ve zararlı şeylerden sakınarak ahireti için azamî derecede sevap kazanmaya çalışacaktır.
Eşyada gizli ilâhî sırları ve gayeleri keşfetmek için çaba gösterecek, hikmetin ‘faydalı ilim ve salih amel’ tarifine uygun olarak, sadece gerçeği öğrenmekle kalmayacak, ilmini amelle destekleyerek Hakîm ismine mazhariyetten nasibini alacaktır.
Böylece, “(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiştir.”(Bakara Sûresi, 2/269) âyet-i kerîmesindeki müjdeden nasiplenmeye çalışacaktır.
Allah her duaya cevap verir fakat bu cevabın kabul şeklinde olup olmaması Allah’ın hikmetine tabiidir. Allah’ın el-Hakîm olduğunu bilen bir mümin kainatta müşahede ettiği her olaya karşı “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” teslimiyetiyle bakabilir.
7. El - Kadr El - Muktedir
Kadîr: “Kudret sahibi. Dilediği gibi yapmaya gücü yeten. Dilerse yapan, dilemezse yapmayan.”
Muktedir: “Kudretini izhar edip gösteren.”
“…Şüphesiz onu (yeryüzünü) dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, her şeye Kadîr’dir.” (Fussilet Sûresi, 41/39)
Kudret, ‘fiilin sıhhati ve terki’ şeklinde tarif edilir. Yani, bir işi yapmaya güç yetirebildiği gibi, o işi terk etmeye de güç yetirebilen kimse kudret sahibidir. Bunlardan birine sahip olmayana, kadir (kudret sahibi) denilmez.
Bir insan, kolunu kaldırmaya da güç yetirir, indirmeye de. Böylece, bu pek az kuvvetiyle, kudret sıfatından bir tecelliye sahip olmuş olur. Ama, koca güneş bütün gezegenlerini etrafında çevirmesine rağmen, kudret sahibi sayılmıyor, çünkü bu fiili terk etme imkânından mahrumdur.
Güneşin, Allah’ın kudretini ilan etmesi ve o kudrete ayna olması ayrı meseledir.
İnsan yaratılmadan önce de, ilâhî kudret yine faaliyette idi. Ama, ne taşta, ne ağaçta, ne güneşte, ne yıldızda o kudretin varlığını keşfedecek kabiliyet yoktu. Çünkü kendileri kudret sahibi değillerdi. İnsan, bu âleme sonradan geldi ama, bu noktada kendinden öncekilerin hepsini geri bıraktı. Kendisine cüz’î bir kudret verilmesiyle, Allah’ın kudretini bilme kabiliyetine kavuşmuş oldu.
Allah’ın bütün sıfatları gibi kudreti de zâtîdir. Yani, bu kudret O’nun zâtındandır; bir başkası tarafından verilmiş değildir. Ve bu kudret zâtî olduğu içindir ki, kudretin zıddı olan acz o kudrete giremiyor, dahil olamıyor.
Allah’ın kudreti için az-çok, büyük-küçük fark etmez. Bu hakikati, Kur’ân-ı Hakîm şu âyetiyle bize ders verir:
“Yaratılmanız ve yeniden diriltilmeniz bir tek nefis (bir insanın yaratılması ve diriltilmesi) gibidir.” (Lokman Sûresi, 31/28)
8. El - Kerim
“Keremi ve bağışı bol olan. Cömertliği daimî olan. Bir karşılık gözetmeden inayetiyle ihsan eden.”
Kerim, muktedirken affedendir. Vaadini yerine getirendir. Lütfunu umulanın ötesinde gerçekleştirendir. Kime ne kadar lütufta bulunduğunun hesabını yapmayan, kendisinden başkasına başvurulmasına rıza göstermeyendir. Vefasızlığa sitemiyle mukabelede bulunup, dostluğu bozacak bir karşılık vermeyendir. Kendisine sığınanı yüz üstü bırakmayandır. Aracı ve şefaatçilere muhtaç kılmayandır.
Allah Teâlâ, hâkimlerin hâkimi, her şeyden müstağni, fazilet türlerinin hepsine en çok layık, dilediğine dilediği kadar; dilediği şekilde, hiçbir sorguya tabi tutulmaksızın, istenildiği zaman bol bol ihsanda bulunur. Kerim olmak için, ihsanın tezahür etmesi şarttır. Allah (cc), kerem sahibi olduğu içindir ki, hak sahibi olmayan mahlûkatına doğrudan doğruya nimet verir. Bir karşılık beklemeksizin bağışta bulunur. Günahı örter. Kötülük yapanı affeder.
“…Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Ğani‘dir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır), Kerîm’dir.” (Neml Sûresi 27/40)
9. El - Mucib
Dilek ve dualara karşılık veren. Dua edene yakın olduğu ve kullarının duasını işittiği için icabet eden demektir. Hatta kendisine seslenilmeden de ikram eder. Daha yakarışta bulunmadan, lütfu ve keremiyle verir. Bu vasıfları kendisinde toplayan ancak Allah-u Teâlâ’dır ve kuluna icabet etmek için her türlü vesile ile kendisine başvurulmasını istemektedir. Kuran’a göre, kulun Allah’a başvurmasını gerektiren vesileler, âlemin müşahedesinden doğan hayranlık veya bir nimet içinde olmanın verdiği memnunluk duygusu olabildiği gibi, zor ve sıkıntılı zamanlarda korku ve ihtiyaç anlarında, ayrıca duyulan pişmanlık hisleri de olabilir.
“Rabbiniz buyurdu: Bana dua edin. Size cevap vereyim.” (Mü’min Sûresi 40/60)
Nur Külliyatı’nda duaya cevap vermekle, duanın kabulünün farklı şeyler olduğu şöyle açıklanır:
“Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek Cenâb-ı Hakk’ın hikmetine tâbidir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: ‘Ya Hekim! Bana bak.’ Hekim: ‘Lebbeyk’ der.. ‘Ne istersin?’ cevab verir. Çocuk: ‘Şu ilâcı ver bana’ der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevab verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.” (Sözler)
10. El - Melik
“Bütün varlıkların sahibi, tek hükümdarı. Bütün âlemlerin mutlak ve tek sultanı.”
“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım; insanların melikine,
insanların (gerçek) ilâhına…” (Nâs Sûresi, 1-3)
0 Yorum